menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Modern Dünyada Ahlakın İflası: Emperyalizm, Dinsel Tahakküm ve Lider Kültleri Arasında Kaybolan İnsanlık

9 18
11.04.2025

Her devrin bir karanlığı vardır; kimi zaman bu karanlık savaşla, kimi zaman kıtlıkla, kimi zaman da ahlaki çöküşle gelir. Günümüzde ise, bu karanlık tüm maskelerini çıkarıp tek bir yüzle karşımızda duruyor: Yozlaşmış siyaset, bilinçsiz toplum ve sistematik cehalet. Dünyanın dört bir yanında halklar, kurtuluşu yeni tiranlarda, umudu eski yalanlarda ararken; hakikatin sesini yükseltenler susturuluyor, unutturuluyor yahut itibarsızlaştırılıyor.

Türkiye gibi modernleşme deneyimini henüz tamamlamamış, laiklik ile geleneksel dindarlık arasında sıkışmış, hem Batı’ya hayran hem de ona öfkeli ülkelerde bu karanlık daha yoğun hissediliyor. Bir ülke düşünün: Modern bir Cumhuriyet kurmuş, akla, bilime, eşitliğe dayalı bir gelecek inşa etmiş ve ardından bu kazanımları dinin, cehaletin ve çıkarın ayakları altına bırakmış. Atatürk’ün silüeti var, ama ruhu sürgünde. Laiklik bir tabela, ama içeriği yok. Bu sadece bir ironi değil; bu, bir toplumun kendi vicdanıyla olan bağını kaybetmesidir.

Bugünün dünyasında liderlik, halkı temsil etmenin değil, halkı yönlendirmenin adıdır. Erdoğan’dan Trump’a, Macron’dan Zelensky’ye kadar birçok modern lider, küresel siyasetin yeni kodlarına sadakatle bağlanmış; halkı değil, çıkarı, barışı değil, tahakkümü temsil eder hale gelmiştir. Bu liderler artık halkı anlamaya değil, onları formatlamaya çalışıyor. Çünkü halkı anlamak, halkın acısını taşımak demektir; bu da iktidarın konforunu tehdit eder.

Türkiye özelinde bakıldığında ise durum daha derin, daha içli bir trajedidir. Atatürk gibi bir liderin ardında bıraktığı rasyonel miras, adeta bir vitrin objesine dönüşmüş; iktidar ise halkı bir din kıskacında manipüle ederken, muhalefet bile bu sistemin diline teslim olmuştur. Herkes “iktidar” olmak ister, ama kimse “adalet” olmak istemez. Seçimle gelenlerin, halktan uzaklaştıkça halk adına konuşması; siyasetin bir tür tiyatroya, demokrasi kültününse bir pagan ritüeline dönüşmesini sağlamıştır.

Bu düzende hakikat söyleyen cezalandırılır, doğrular düşman ilan edilir. Çünkü hakikat, statükonun düşmanıdır. Tıpkı Sokrates’in baldıran zehriyle susturulması gibi, bugün de “çok bilen” değil “çok itaat eden” makbuldür. Oysa felsefenin en eski çağrısı hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor: Kendini bil. Ama kimsenin kendini bilmek gibi bir derdi yok; herkes başkasını suçlamaya, kendi cehaletini başkasının günahına örtmeye meyilli.

Bir toplumun hafızası silinirse, ruhu da sakatlanır. Türkiye gibi çok katmanlı tarihsel kırılmalarla yoğrulmuş ülkelerde, kolektif ruh hâli artık sadece bir melankoli değil; aynı zamanda organize bir inkâr ve bastırma mekanizmasıdır. Geçmişin travmaları — darbeler, kıtlıklar, baskılar ve en çok da umutların sistematik olarak yıkılması — halkın bilinçaltına bir tür çaresizlik kodu gibi işlenmiştir. Bu kod, yeni bir düzenin kurulmasını değil, mevcut düzensizliğin meşrulaştırılmasını doğurur.

Öğretilmiş çaresizlik kavramı, bireyin tekrar tekrar maruz kaldığı başarısızlıklardan sonra herhangi bir çaba göstermeyi anlamsız görmesi durumudur. Türkiye’de bu kavram artık bireyin değil, toplumun geneline sirayet etmiştir. “Bir şey değişmez”, “Hepsi aynı”, “Bizden adam olmaz” gibi içi boş görünen ama taşıdığı ideolojik ağırlıkla bireyin iradesini felç eden söylemler, halkın kendi gücüne olan inancını örseleyerek iktidarın en sağlam dayanağı haline gelir. Çünkü umut eden insan sorgular, sorgulayan insan ise tehdit oluşturur.

Bu ruhsal iklimde gerçek kahramanlar unutulur, sahte kurtarıcılar yüceltilir. Atatürk bir heykel olur, bir resim, bir afiş… ama asla bir düşünce sistemine, bir mücadele metoduna dönüşemez. Halk, sembollerle avunurken, hakikatin içeriği çürür. Modern Türk insanı, zihninde bir Atatürk taşır ama bu Atatürk, artık bir tarih figüründen ziyade vicdanını susturmak için başvurduğu sessiz bir aforizmadır. Oysa onun söylediği “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” ideali, bugün bir eğitim politikası değil; nostaljik bir ağıttır.

Travmanın en acımasız yanı, kişiye sessizliği öğretmesidir. Konuşursan yalnız kalırsın. Direnirsen dışlanırsın. Sorgularsan “hain”........

© Turkish Forum