Devlet İnançlar İçin Tarafsız Olmalı: Gerçek Laiklik Herkese Eşit Mesafedir
Laiklik, bir devletin tüm inançlara eşit mesafede durmasını ve hiçbir dini kurum ya da yorumu maddi veya manevi olarak desteklememesini gerektirir; gerçek laiklik, sadece anayasal bir ilke değil, toplumsal eşitlik ve özgürlüklerin teminatıdır. Türkiye’de ise uygulamada devlet, Sünni İslam’ı kurumsallaştırırken diğer inançları marjinalleştirmekte ve zorunlu din dersleri gibi uygulamalarla bireysel vicdan özgürlüğünü sınırlamaktadır. Bu makalede, Türkiye’deki laiklik anlayışı, Fransa, Almanya ve İngiltere örnekleri üzerinden karşılaştırmalı olarak incelenmiş; hukuki, sosyolojik, antropolojik ve psikolojik boyutlarıyla devletin din ile ilişkisi analiz edilmiştir. Sonuç olarak, devletin inançlar için açılım yapamayacağı ve tüm inançlara eşit uzaklıkla yaklaşması gerektiği, laikliğin özünü ve işlevini korumanın temel koşulu olarak ortaya konmuştur.
1: Türkiye Cumhuriyeti, kurucu ideolojisinde laikliği anayasal bir ilke olarak benimsemiş olsa da, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapısı ve zorunlu din dersleri gibi uygulamalar üzerinden din ile devlet arasındaki çizgi bulanıklaşmaktadır. Bu durum, laikliğin yalnızca hukuki bir düzenleme değil, aynı zamanda sosyolojik, psikolojik, antropolojik ve kültürel bir boyuta sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Ayrıca laik devlet, inançlar için “açılım” yapamaz; çünkü laiklik, hiçbir dine yakın olmamak ve hepsine eşit uzaklıkta durmakla mümkündür. Bir laik devlet, belli bir inancı desteklediğinde ya da öne çıkardığında artık laik olmaktan çıkar, dini siyasetin bir aracına dönüştürür. Bu nedenle laiklik, yalnızca anayasal bir ilke değil, toplumsal barışın ve bireysel özgürlüğün temel güvencesidir.
2: Laikliğin Teorik Temelleri
Laiklik, modern devlet anlayışının merkezinde yer alan en kritik kavramlardan biridir. Kavramsal olarak, devlet ile dini kurumların birbirinden ayrılması anlamına gelir; fakat yalnızca kurumsal bir ayrışma değildir. Laiklik aynı zamanda bireyin inanç özgürlüğünün güvence altına alınması, yani kişinin inanma, inanmama ya da inancını değiştirme hakkının devlet tarafından korunmasıdır (Asad, 2003). Bu bağlamda laiklik, hem negatif özgürlük (devletin müdahale etmemesi) hem de pozitif özgürlük (devletin eşit koruma sağlaması) işlevini üstlenir.
Teorik düzeyde laiklik, farklı düşünürler tarafından değişik açılardan yorumlanmıştır. Peter Berger’in (1967) “sekülerleşme” kuramı, modernleşmeyle birlikte dinin toplumsal alanlardan çekileceğini öngörürken, Clifford Geertz (1973) kültürel boyuta vurgu yaparak dinin toplumsal kimlikler üzerindeki kalıcı etkisini ortaya koymuştur. Bu tartışma, laikliğin yalnızca bir devlet politikası değil, aynı zamanda kültürel çeşitliliği düzenleyen bir toplumsal mekanizma olduğunu göstermektedir.
Türkiye örneğinde laiklik, Fransız modelinden esinlenmiş olsa da, uygulamada farklı bir yol izlemiştir. Fransa’da devlet, dini tamamen kamusal alandan dışlarken; Türkiye’de devlet, dini kurumsallaştırarak kontrol etmeye çalışmıştır. Bu yaklaşım, dinin toplum üzerindeki etkisini azaltmak yerine devletin dini araçsallaştırmasına yol açmış ve “kontrollü laiklik” diyebileceğimiz bir model ortaya çıkarmıştır (Kuru, 2009). Dolayısıyla Türkiye’de laiklik, teorik anlamıyla değil, devletin ideolojik yönelimlerine göre biçimlenen bir uygulama alanı bulmuştur.
3: Hukuki Boyut ve Laikliğin Anayasal Çerçevesi
Laikliğin en somut ifadesi, anayasal düzenlemelerde görülür. Modern demokrasilerde laiklik ilkesi, genellikle anayasada güvence altına alınmış bir norm olarak yer alır. Bu güvence, yalnızca devletin din karşısında tarafsızlığını değil, aynı zamanda yurttaşların din ve vicdan özgürlüğünü de garanti eder. Örneğin, Fransa Anayasası’nın 1905 tarihli “Laiklik Yasası” ile pekiştirilen hükümleri, devletin hiçbir dini tanımayacağını ve desteklemeyeceğini açıkça belirtir (Bowen, 2007). Bu model, “katı laiklik” olarak anılır.
Türkiye’de ise laiklik 1937’de Anayasa’ya eklenmiş ve 1982 Anayasası’nda 2. maddede “Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri” arasında sayılmıştır. Ancak Türkiye’nin laiklik anlayışı, Fransa’daki katı laiklikten ayrılır. Devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla din hizmetlerini düzenler, imam atamalarını yapar ve dini kurumları mali yönden destekler. Bu durum, devletin bir inanç biçimiyle organik bağ kurması anlamına gelir ve anayasal ilkenin özüne aykırı bir gerilim yaratır (Daver, 1993).
Karşılaştırmalı açıdan bakıldığında, İngiltere’de laiklik kavramı anayasal bir norm olarak yer almaz; zira Anglikan Kilisesi hâlâ devletin resmi dini olarak kabul edilmektedir. Almanya’da ise anayasal sistem “dini toplulukların tanınması” üzerinden yürür ve devlet farklı dini topluluklarla iş birliği yapabilir, ancak hiçbirini diğerine üstün kılmaz (Robbers, 2001). Bu çeşitlilik, laikliğin tek tip bir uygulama olmadığını; hukuki çerçevenin ülkelerin tarihsel, kültürel ve siyasal dinamiklerine göre biçimlendiğini göstermektedir.
4: Laikliğin Siyasi ve Kurumsal Boyutu
Laiklik, yalnızca anayasal bir ilke değil, aynı zamanda siyasi iktidarın sınırlarını belirleyen bir denge unsurudur. Devletin din karşısındaki tutumu, doğrudan siyasi kültür ve iktidar ilişkileriyle bağlantılıdır. Özellikle modernleşme süreçlerinde, laiklik iktidarların........
© Turkish Forum
