menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

1937’den Bugüne Türkiye’de Güvenlik ve İstihbarat Kurumlarının Dönüşümü ve Sonuçları

10 0
saturday

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu (1923), yalnızca bir siyasi rejim değişikliği değil, aynı zamanda emperyalizme karşı verilmiş bir bağımsızlık mücadelesinin sonucudur. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, emperyalist işgalcilere karşı askeri ve siyasi bir zafer kazanmış, Türk milletinin kendi iradesiyle devletini kurmasını sağlamıştır. Bu nedenle Cumhuriyet’in temeli, Atatürk’ün ifadesiyle “tam bağımsızlık” ilkesidir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu bağımsızlık ruhu yalnızca dış politikada değil, güvenlik, istihbarat ve kolluk kurumlarının işleyişinde de kendini göstermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), polis ve jandarma teşkilatları ile Milli Emniyet Hizmeti (MEH), doğrudan Türk milletinin çıkarlarını gözetmiş ve halkın bağımsızlığı için çalışmıştır.

Fakat 1938’de Atatürk’ün vefatıyla birlikte bu çizgi giderek zayıflamış, 1937–1946 arasında devletin yönetici kadroları bağımsızlıkçı felsefeden kopmuştur. 1946 sonrası Batı’ya yöneliş hızlanmış, 1952 NATO üyeliğiyle birlikte Türkiye emperyalizme teslim edilmiştir. Bu süreçte Türk milleti, devletin asli unsuru olmaktan çıkarılmış ve devlet kurumları Türk milletine değil, Batı’ya hizmet eder hale gelmiştir.

Bu makale, Cumhuriyet’in bağımsızlıkçı çizgiden kopuşunu, güvenlik ve istihbarat kurumlarının dönüşümünü ve anti-emperyalist perspektiften bugünkü tabloyu incelemektedir.

1937–1946: Bağımsızlıkçı Çizgiden Kopuş

Atatürk’ün sağlığında Türkiye, hiçbir gücün etkisine girmeyen bağımsız bir devletti. Ekonomide devletçilik uygulanıyor, dış politikada denge korunuyor ve ordu yalnızca Türk milletine bağlı bir yapıda işliyordu. Ancak 1937’den itibaren, özellikle Atatürk’ün hastalığı döneminde, yönetici kadrolarda Batı’ya bağımlı bir anlayış gelişmeye başladı.

1938’de Atatürk’ün ölümünden sonra bu anlayış tamamen hâkim oldu. İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye’nin bağımsızlıkçı yönü törpülendi. İkinci Dünya Savaşı boyunca tarafsızlık politikası izlenmiş olsa da, savaş sonrasında ülke hızla Batı blokuna yöneltildi. Bu yıllar, anti-emperyalist bakış açısından Cumhuriyet’in bağımsızlık temelinden uzaklaştırıldığı, Atatürk’ün kurduğu devletin adım adım devrildiği yıllardır.

1945 sonrası gelişmeler bu süreci daha da hızlandırdı. ABD’nin öncülüğünde kurulan yeni dünya düzeninde Türkiye’ye biçilen rol, Batı’nın çıkarlarını korumaktı. Türk milleti, devlet yönetiminde asli özne olmaktan çıkarılarak uluslararası sistemin nesnesi haline getirildi.

Bu nedenle 1937–1946 arası, Türkiye’de bağımsızlığın kırıldığı, Türk milletinin kendi devletinden uzaklaştırıldığı kritik bir dönemdir.

1946–1952: Çok Partili Hayat ve Teslimiyet

1946’da çok partili hayata geçiş, demokrasi söylemiyle meşrulaştırıldı. ABD ile yapılan Kahire Kültür Anlaşması ile ilk defa somut olarak ABD’nin etkisi altına girildi. Anti-emperyalist perspektiften bakıldığında, bu süreç Türkiye’yi Batı’ya bağlamanın bir aracı oldu. Demokrat Parti’nin yükselişi ABD’nin desteğiyle gerçekleşmiş; finansman, propaganda ve uluslararası baskı, Türkiye’nin siyasi sistemini Batı’ya eklemiştir.

1947 Truman Doktrini ve 1948 Marshall Yardımı, Türkiye’nin bağımsızlığını fiilen ortadan kaldırmıştır. Ekonomik bağımlılık, siyasi bağımlılığı beraberinde getirmiştir. Ordu ve güvenlik kurumları ABD yardımlarıyla şekillendirilmeye başlanmıştır.

Bu dönemde TSK, polis ve jandarma artık ulusal kurumlar değil, Batı blokunun çıkarlarını gözeten yapılar haline gelmiştir. MEH, CIA ile koordinasyon içinde çalışmış ve Türk milletinin güvenliğini korumak için kurulmuş kurumlar, emperyalizmin denetiminde Türk milletine yabancılaşmıştır.

1952’ye gelindiğinde teslimiyet tamamlanmıştır. Türkiye, NATO’ya katılarak bağımsızlığını emperyalizme devretmiştir.

1952: NATO’ya Katılım ve Bağımsızlığın Kaybı

Türkiye’nin 1952’de NATO’ya katılması, bağımsız bir ulus-devlet olarak varlığının sonudur. NATO üyeliği, askeri, siyasi ve istihbarat alanlarında emperyalizme bağlanmak demektir. Bu tarihten sonra TSK, NATO ordusunun bir parçasına dönüşmüş ve bağımsız hareket etme yeteneğini kaybetmiştir.

Anti-emperyalist bakış açısından NATO’ya katılmak, yalnızca askeri bir tercih değil,........

© Turkish Forum