menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İlk adım

7 0
18.11.2025

​Zihinsel Tembellik ve İlk Adımın Maliyeti

​Ey akıl!
Günümüzde teknoloji değişti, ekonomi değişti, eğitim değişti ve en önemlisi savaş taktiği değişirken, bunlara ayak uydurmak yerine; sessiz sedasız önüne konanla yetinen, sürünmeyi seyahat zanneden, füzeleri gök gürültüsü zanneden, açlığı rejim gereği diye algılayan, vasatlaşmayı doğal kabul eden biri olmak sence mutluluk mu?
Akıllar durdu ve düşünen kalmadı mı?¹

​Belki de sorun aklın durması değil, onu kullanma cesaretini kaybetmemiz ve tembelliğimiz nedeniyle ilk adımların atılmamasıdır. Oysa tarihte her büyük değişim, bir insanın attığı küçücük bir adımla başlamıştır. Cenap Şahabettin, "Akıl, ruhun cevheridir. Onu kaybeden, her şeyini kaybetmiş demektir," derken haksız değildir.

​Akıl dinamik bir süreçtir ve onu kullanmamanın veya duygulara/koşullara teslim etmenin bireysel ve toplumsal çöküşe davetiye çıkardığını belirterek başlayalım.

Sessizliğin Dünyası ve Kötülüğün Sıradanlaşması

Bilinçsizce yaşamak dünyanın en sessiz trajedisi olmalı. Bir an için, "Düşünmeyi günah, sorgulamayı isyan, hakkını savunmayı ise terbiyesizlik sayan bir toplumun ferdi olduğunuzu düşünün..."²*

​Karizmatik başlayan liderlerin, halkın sürekli itaati ve sessizliği sayesinde kimseyi dinlemeyen, itiraz kabul etmeyen ve düşünülmemiş ani kararlar alarak ülkeyi felaketlere sürükleyen bir ruhsal bozukluğa dönüşebileceği açıktır.

​Totalitarizm ve kötülüğün sıradanlığı üzerine teorileriyle tanınan Hannah Arendt'ın ifadesiyle:
​"İnsanlar, toplumsal sistemin bir parçası olmaya o kadar alışırlar ki bireysel düşünmeyi bırakırlar. Otoritenin verdiği emirler, zamanla doğal bir hâl alır ve sorgulanmaz. Böylece, en büyük kötülükler bile normal görünmeye başlar.”

​İnsanın bir adım atmaktan vazgeçmesi ya da düşünmeyi bırakması, kötülüğün sıradanlaşmasına zemin hazırlaması demektir. Tarihteki korkunç hatalar, sıradan insanların düşünmekten, sorgulamaktan ve konuşmaktan vazgeçmesinin sonucudur. Bu zihniyet, toplumun bağışıklık sistemini çökerttiği gibi aptallığın cesaret bulduğu, karanlığın ışığı suçladığı bir ortam yaratır ve 'sessizliğin dünyasında' adalet değil, otorite konuşur olur.

​Zihninizde yarattıkları hayali dürüstlük ve iş bilirlik imajına inandıklarınızın, önce oylarınızı alan, sonra ülkeyi batıran ve hayallerinizi dahi çalan olabileceğini unutmayın. Hırsın, ihtirasın ve cehaletin ihanete dönüşmesine izin vermeyin.

​İnsan olmak, kötülük saçanları ‘yanlış yoldasın’ diye uyarmaktır. Ancak bazen o haksızlıkları onaylıyor veya ses çıkarmıyoruz; ta ki o tahribatlar bize zarar vermeye başlayana kadar. Kısaca insan, düşünme yeteneğini ve ahlaki muhakemesini askıya aldığında, kötülük olağanlaşıyor.

Aydınlanma, Sorgulama ve Eylemsizlik

​Fransız filozof Michel Foucault, "Aydınlanmanın eleştirisi, her zaman bizim ne olduğumuzun bir eleştirisi olmalıdır,” der.

​Eğer bireysel düşünceyi tehlike, sorgulamayı isyankârlık sayarsanız; kör inanca dayalı bir otoriteye taparsanız; korkunun esiri olup vicdanınızın sesini bastırır ve sessiz kalmayı erdem sanmak gibi bir gaflete düşerseniz, adalet değil, otorite konuşur.

​Antik Yunan filozofu Sokrates, “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez,” derken haksız değildir. Sorgulamayı bırakan insan, kendi hayatını başkalarının eline bırakmış olur. Sorgulamayı bırakan bir toplum ise gerçeği feda etmiş demektir.

​Öncelikle, "sorgulamak isyandır" yanılgısını kırmak ve John F. Kennedy'nin sözüyle yüzleşmek gerekiyor: “İnsanlığın tüm trajedileri, kötü niyetten değil, insanların seslerini yükseltmemesinden kaynaklanır.”

​Nobel ödüllü fizikçi Albert Einstein ise daha net söylüyor: “Dünyayı kötülerin yaptıkları değil, onlara seyirci kalanlar mahveder.” Kötülüğe verdiğimiz en büyük destek, suskunluğumuzdur. Edmund Burke bu hatanın bedelini özetler: "Kötülerin kazandığı tek bir zafer vardır, o da iyilerin hiçbir şey yapmamasıdır."

​Korkuya teslim olmak, özgür iradeyi teslim etmektir. Nelson Mandela'nın ifadesiyle: “Cesaret, korkunun olmaması değil, onun üstesinden gelmektir. Korkan insan özgür değildir.”

​Düşünmeyen insanın tehlikesi, sadece itaat etmesi değil; bu itaatin, liderin ahlaki değerlerini kaybetmesine ve sonuçta herkesi kapsayan bir karanlığa dönüşmesine zemin hazırlamasıdır.

​İnsan Olmak: Zihinsel Direnişin Maddeleri³

​İşte, hırslı ve zalim yöneticilerin hakimiyetindeki bir dünyada var olabilmek, sadece kendimiz için değil, evrensel insaniyet için de sorumluluk almak ve insan olabilmektir:

​"Önyargısız olmak: Takım tutar gibi etnikçilik, mezhepçilik yapmamak.
​Vicdanı aktif kılmak: İnsana kıyanın kim olduğuna bakmadan katili lanetleyebilmek; kadınları öldürenlere, çocuk istismarcılarına, görevine bakmaksızın aynı kararlılıkla karşı durmak.
​Dürüstlük ve Onur: Çıkar için güce biat etmemek, el etek öpmemek ve bu ilkel anlayışın yanlışlığını haykırmak.
​Sorumluluk: Yönet diye emanet edilen imkanları peşkeş çekenlere "dur" diyebilmek. Zayıf ve küçük ülkelerin haklarını kendine bağlayan Emperyalizme, ülkesinin adına bakmadan karşı çıkmak.

​Bir insan, sadece eylemde bulunarak ve başkalarının önünde görünür olarak tam anlamıyla insandır. Bir yerdeki haksızlığın her yerde adalete yönelik tehdit olduğu, insanoğlunun bu temel hatasını telafi etmesinin ancak bireysel uyanış ruhunun yeniden canlanması ile mümkün olduğu unutulmamalıdır.

​Bakınız,
Bir sokak röportajında; 84 yaşında bir kadın, cüzdanından 100 lira çıkarıp gösteriyor ve anlatıyor: "Bu parayı ilaç almak için ödünç aldım. Evimde kuru ekmek bile yok. Bulaşıkçı olarak iş arıyorum. Kurban Bayramında bile evime et girmedi. Taze pidenin kokusu burnumda tütüyor ama ağlamıyorum. Kendimize gelmeli, bir şeyler yapmalıyız. İyi günlerde değiliz..."

​Bu durum, toplumu içten içe kemirip bitiren işsizliğin........

© Toplumsal