DEMOKRASİ TOPLUM VE ÖZGÜR BİREY İLİŞKİSİNE YENİ BİR BAKIŞ
Demokrasi, toplum ve birey ilişkileri, binlerce yıldır değerlendirmeye tabi tutulan kavramlardır. Bu kelimeleri, dilediğimiz şekilde ele alabilir ve irdeleyebiliriz. Bunları, bilinen anlamlarıyla kullanmaktan çok, daha farklı bir sorgulama alanı içine girmek, anlamlı olabilir. Hatta belirsiz kalan birçok noktaya ışık tutabilir.
Kelimelerin İnsan Eliyle İnşası
Kelimeler, dönemsel ihtiyaçlara göre, insan eliyle inşa edilmektedir. Dönem neyi emrediyorsa, kelimeler de buna uygun halde ortaya çıkmakta ve kendini görünür kılmaktadır. Problem yoksa, kelime oluşturma ihtiyacı da yoktur. Kelimeler, problemli hayatın içinden çıkıyorsa, sorulması gereken soru da şudur: İcat edilen kelimeler problemleri çözüyor mu?
Yüzlerce yıldır kullanılan ve yaşama sunulan kelimeler sorunları çözmüş müdür?
İnsanın Özgür Olduğu Yerde…
İnsanın özgür olduğu yerde, sorunlar olmaz, varsa da kısa sürede çözülür. İnsanın özgür olmadığı yerde ise problemler çözülemez, kelimelerle bu sorunların üstü örtülebilir. Problemli insanın elinde kelimeler, sorunları örter ve erteler, özgür insanın elindeki kelimeler ise hayatı kolaylaştırır.
İnsan ve Demokrasi
Demokrasi kelimesinin inşası, Yunan uygarlığına dayanır. Yunanlılar, demokrasi kavramına neden ihtiyaç duydular? Yunanlılardan önce, binlerce yıllık bir uygarlık süreci vardır. Bu süreçler, Sümer, Mısır, Hindistan, Çin, Akat, Babil ve Asur uygarlığı olarak akarken, bunlara karşı kendilerini var etmeye çalışıp, direnen Guti, Kassit, Mitanni, Urartu ve Med-Pers uygarlıkları olmaktadır. Yunan uygarlığı, bu süreçlerin ardından doğan ve gelişen bir uygarlıktır. Bu süreçlerde yaşanan neydi ki, Yunan uygarlığı, demokrasi kavramına ihtiyaç duydu?
Uygarlık ve Barbarlık Neye Göre Tarif Edildi?
Uygarlık olarak ön plana çıkan sistemler, aslında bir dönemi kapatıp, yeni bir dönem açtıklarını düşündüler. Kendilerinden önceki toplumsal yaşamlara barbar, kendilerine ise uygar dediler. Uygarlık kelimesi ile kendilerinin, barbarlıktan çıktıklarını sandılar. Bugün ortaya çıkan arkeolojik belgelerden de anlıyoruz ki, bunun tersi doğrudur. Uygarlık öncesi insanlar ve bunu oluşturan toplumlar özgür, eşit, paylaşımcı ve simbiyotik bir yaşamı esas alırken, uygarlık kelimesiyle kendilerini maskeleyen sistemler ise bundan kopan, bozulan, özgürlüğü ortadan kaldıran, eşit ve paylaşımcı yaşamı sönükleştiren ve bunun yerine egemen, muktedir, sömüren, kayıran, ezen, bölen, çatıştıran ve ortak paylaşımı esas almayan bir yaşamı yarattılar. Bunu görünmez kılmak için de, kendilerine uygarlık maskesi taktılar. Yani biçimsel değişimler yapıp, özlerini kaybettiler. Yunan uygarlığına gelinceye dek, yüzlerce savaş, derin ve olabildiğince kanlı çatışmalar, insan kellelerinden kuleler ve akla hayale gelmeyecek zulümler yaşattılar. Bu süreç içerisinde gerçekleşen, insanın zihinsel bozulma hali, gittikçe daha kötü ve zifiri bir hal aldı. Öyle ki, millattan önce altıncı yüzyılda, ne ahlak ne yaşam ne de insana dair güzel bir şey kaldı. Bu durum Mezopotamya’da
zerdüşt, Hindistan’da Buda, Çin’de Konfüçyus, Yunanistan’da da Sokrat gibi insanları ortaya çıkardı. Bu insanların ortaya çıkmasının nedeni, insanın insan, toplumun toplum olmaktan çıkmasıydı.........
© Tigris Haber
