Günü kurtarmak ile geleceği kurtarmak arasına sıkışan siyaset
Diğer
12 Temmuz 2025
Cennetin bezekli dokumalarından olaydı bende,
Gecenin, ışığın yarı aydınlığın
Altın, gümüş ışıklarla işli
Mavi, karanlık, kara dokumalarından bende olaydı,
Ayaklarının altına sererdim kumaşları:
Ama yoksulum ya, elimde avucumda düşlerim var yalnızca;
Düşlerimi serdim ayaklarının altına:
Hafifçe bas yere, hafifçecik, çünkü düşlerime basıyorsun bastığında.
(‘Cennetin bezekli dokumalarından olaydı bende’, W. B. Yeats, çev. M. Ziyalan)
Ekmekçi Kadın adlı romanında, yazar Xavier de Montepin, kundakçılık ve cinayet suçlarından haksız yere hüküm giyen genç bir kadının hikâyesini anlatır. Ağır hapis cezasına çarptırılan kadın, çocuklarını ve saygınlığını kaybeder. Ağır şartlar altında, yıllarca hapis yatar. Günün birinde, hapishaneden kaçar. Ve kaçak kimliğiyle, ekmekçi kadın olarak hayatına devam eder. Bu sırada, kendini aklama mücadelesini hiç bırakmaz. Yıllar geçer. Kitabın sonuna gelinir. Karşımızda artık genç ve saygın Jeanne değil, fakat geçmişi sefaletle dolu yaşlı bir kadın vardır. Suçsuzluğunun kanıtlanması, kitabın ancak son sayfalarına rastlar. Ekmekçi kadın ancak bu son sayfalarda temize çıkar. Ve kitap, o 19. yüzyıl romanına yakışan veciz mesajıyla son bulur: Hak yerini er geç bulur!
Hakkın yerini er geç bulacağı, moral değerlerle yüklü 19. yüzyıl romanında rahatlatıcı bir düşüncedir. Nasıl bir hayat yaşandığı bir yana, adalet sonunda yerini bulur. Bugün için, kuşkusuz eskimiş, naif bir düşüncedir. Yerini er geç bulan hak, zira rahatlatmaktan uzaktır. Oysa bütün inancıyla bugün halen ‘gelecekçilik’ maskesi altında güncel siyasetin içindedir. Siyasetin imkânlarını erteleyen ve böylelikle onu apolitikleştiren ‘gelecekçi siyasette’ yapılacak çok iş vardır, ama bunların hepsi gelecekte yapılacaktır. İşsizlik, yoksulluk, adaletsizlik… Bunların hepsinin farkındayızdır. Ama bu değilse öteki seçimlerden sonra, hak yerini er geç bulacaktır!
‘Çözüm eşittir gelecek, gelecek eşittir umut’ denklemine dayalı bu siyasetin umudu diri tutup, harekete geçmeyi erteleyen yanına bir önceki yazıda değinilmişti. Umudun yükseldiği Saraçhane Mitingleri o hiç gelmeyen geleceği erkene alma ihtimali kadar, bu gelecekçi siyasetin sınırlarını göstermesi bakımından da ‘umut vericiydi’. Bir örnek, protestoculardan birinin taşıdığı ve üzerinde “Gençliğimi geri ver!” yazılı pankarttı. Gençliğini geri isteyen, oysa gençliğine nostaljik bir özlem duyamayacak kadar gençti. Belki henüz üniversiteliydi. Gençliğinin içinden konuşup, gençliğini geri istiyor ve bu yanıyla, gelecekçi siyasetin önden giden saatini geriye alıp, geleceği değil fakat hemen şimdiyi talep ediyordu.
Güzel günleri daima geleceğe erteleyen gelecekçi siyasete, vadettiği o gelecekten bakmak da mümkündür. Bunun için, gençliğine, gençliğinin içinden bakan protestocu gencin yanı sıra, ona artık çok uzaktan bakan ikinci bir örneğe başvurulabilir. İkinci örnek, kişisel bir yaşantıdan. Doğrusu, arkadaşını ziyarete giden annemin yakın dönemli bir anısından. İkisi de tekstil gibi güvencesiz sektörlerde, güvencesiz işçiler olarak çalışmışlardır. İkisi de emekli, sonunda bir şekilde ‘düze çıkmışlardır’. Çaylarını içerlerken, nasılsa eski resimlere bakarlar. Annem, arkadaşının gelinlik içindeki siyah-beyaz düğün resimlerinde durur. Arkadaşı henüz genceciktir. Gençlik, sağlık ve güzellik demektir. Umut demek, hayaller demek ve görülecek güzel günler demektir. Gençliğin, insan hayatındaki eşsiz yeri bilinir. Hangi koşulda olursa olsun, gençlik daima geri dönülmek istenen bir ‘yerdir’. Oysa geçmişte kalan o ‘yer’, bütün imkânların ötesinde, fakat imkânsız bir özlemin tam merkezindedir. Elinde düğün resimleri, annem, geçmişe uzaktan bakan birçoğunun kafasında kaynayan ve aslında gerçek bir soru olmaktan çok bir özlemi dile getiren o soruya daha fazla dayanamaz. Ve sonunda “O günlere geri dönmek için…” diye arkadaşına sorar. “Ne verirdin?”
Gelecekçi siyaset, geleceği olanlar içindir. Açlık sınırının altındaki emekli maaşlarına mahkum edilen, parklarda bankları, otobüslerde ‘ücretsiz’ koltukları dolduran, kaldırımlarda yer kaplayan, yol tıkayan ve günleri gelecekten çok geçmişte kalmış olan yaşlılar değil, bu nedenle gelecekçi siyasetin sahnesinde daha görecek günü olan gençler ve daima gençler vardır.
Doğru. Yaşlılardan çok, gençlerin geleceği vardır. Geleceği olmayana, peki vadedilecek bir şey yok mudur?
Diploma iptali ve ardından gelen 19 Mart tutuklamaları, iktidarını yitiren 22 yıllık kesintisiz bir iktidarın, iktidara tutunma çabasıydı. İlk yıllarından bu yana, seçimlere/sandığa meşruiyetin asli kaynağı olarak işaret etmesine karşın, bu ‘icraatıyla’ iktidar, varlığını sürdürebilmek adına “seçimsiz” bir seçim sistemine geçtiğini ilan etmişti.
Seçilmişlerin görevden alınması anlamında sandığın iptali, işsizlik, yoksulluk ve adaletsizlik gibi sorunlarına sandıktan başka bir çareleri olmayan bir toplum için umut kırıcıydı. Son umut yitirilmiş, kitlesel protestolar başlamıştı. Başta gençler, herkes sokaklara dökülmüştü. Doğru, başı gençler/öğrenciler çekiyordu. Ama sokakta her yaştan insan vardı. Buna dair gözlemini Murat Belge “Siyaset meydanlarında coşkulu bir muhalefet yaptığına sık sık rastlamadığımız toplumsal gruplar…” diye anlatıyordu. “Örneğin yaşlılar da sokaktaydı.” Bu çeşitliliğe rağmen, fakat muhalefetin esas vurgusu ilk günden........
© T24
