menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yurttaşlık: Varoluşsal süreç mi, kökenci kimlik mi? (2)

14 1
13.08.2025

Diğer

13 Ağustos 2025

Birinci Meclis, 23 Nisan 1920

İtalya’da 19. yüzyılın ortasında gerçekleşen birleşme süreci (Risorgimento) Fransa’dan farklı olarak, etnik ya da kültürel değil, tarihsel bir birlik hayalinin yeniden inşasıydı. Latin mirası, Roma tarihi, Dante’nin dili gibi unsurlar geriye dönük bir ulusal mit olarak yeniden kurgulandı. Hâlbuki gerçekte İtalyan yarımadası çok dilli, çok kimlikli, çok farklı otorite biçimlerini içeren bir yapıya sahipti. Bu da bize şunu gösteriyor: filogenezi üzerinden millet yaratmak, aslında geçmişi yeniden icat etmektir. Tarih bilim değil mitolojiye dönüşür burada.

Türkiye örneğinde ise mozaikten tek renge dönüşme durumu söz konusudur. Mustafa Kemal’in kurduğu cumhuriyet, Osmanlı’nın parçalanmış çoklu etnik yapısından bir “millet-devlet” çıkarmaya çalıştı. Bu, tarihsel koşullar açısından belki zorunlu görülebilirdi. Ancak, Anadolu’nun çok etnisiteli, çok inançlı, çok dilli yapısı bastırıldı. Türk kimliği tekil, seküler ama etnosentrik bir formda tanımlandı. Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Aleviler gibi etnik yapılar bu yeni kimliğe dâhil edilmek adına dönüştürülmeye zorlandı, baskılandı veya görmezden gelindi. “Türklük” bir millete mensup olmanın yurttaşlık etiketi ya da bir üst kimlik olarak görülse de ontolojik bir zemini olmadığından sürekli etnik kökenli sorunlar üretti.

Burada bahsettiğiniz “totaliter yurttaşlık anlayışı”, aslında modern ulus-devlet inşasının tipik sonucudur. Yurttaşlık eşitlik vaat eder ama bu eşitlik kabul edilen kimlik çerçevesinde mümkündür. Yani, “Hepiniz eşitsiniz, ama önce hepiniz bizden olacaksınız."

Bu tekil yurttaşlık anlayışının sonuçları, Türkiye’de hâlâ ciddi biçimde hissediliyor: Kimlik talepleri hâlâ........

© T24