menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Zor zamanlarda yargıç olmak

18 1
08.04.2025

Diğer

08 Nisan 2025

Tüm dünyada güçlü bir otoriterleşme, hatta faşizanlaşma dalgası esiyor. Bu doğal olarak yargı alanına da sirayet ediyor. En azından dürüst yargıçlar; hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, adalet vb. sihirli sözcüklerin büyüsünün bozulması gerçeğiyle yüzleşiyorlar. Fakat yargı mesleğini buna rağmen sürdürmek kolay iş değil. Böyle bir dönemeçte, hâliyle “zor zamanlarda yargıç olma”nın ne demek olduğu sorusu bence önem kazanıyor.

Bu yazıda, uzun zamandır üzerine düşündüğüm ve okuduğum bu konu hakkında kalem oynatmak istiyorum.

Okumalarım sırasında bazı önemli metinlerin (1, 2, 3) Türkçeye çevrilmesi gerektiğini düşündüm. Bunları belki günün birinde Türkçeye çevirebilirim. Ama bundan önce bu yazılanları ve onların zihnimde uyandırdıklarını aktarmaktan kendimi alıkoyamıyorum.

Hukuk felsefesi alanı pek çok hukuk uygulamacısına boş bir gevezelik gibi görünür. Fakat aslında bu disiplinin ve üzerinde durduğu soruların önemi, tarihsel keskin virajlarda net biçimde görünür. Örneğin hukukun “ne” olduğu sorusuna verilen yanıtlar, hukukun çiğnenip yok sayıldığı zamanlarda yargıçların nasıl bir rolünün olabileceği sorusuna da ışık tutar.

Dediğim gibi bu ışık, son zamanlarda Batı’da faşist hareketlerin yeniden yükselmesiyle birlikte parlaklaştı. Bu çerçevede faşizme geçiş süreçlerinde yargıçlara düşen rollere dair daha fazla yazılıp çizilmeye başlandı.

Hukuk felsefesine mesafeli duranlar için “kafa ütülemeden” özet geçeyim.

Literatürde böylesi zamanlarda yargıçların, “itaat etmek”, “istifa etmek” ve bir şekilde bu geçişe “karşı çıkmaya çalışmak” şeklinde seçeneklerle karşı karşıya kaldığı kabul ediliyor.

(A) Yargıç, tamamen düzene itaat edebilir: Bu, en konforlu seçenek olarak gözükebilir ama aynı zamanda sistemli biçimde gerçekleşen suça bir bakıma ortak olmak anlamına gelir. Böylesi bir tutum, kısa vadede güvenli gibi görünse de uyumculuk, Anayasa’nın sistematik ihlaline katkı sunuyorsa uzun vadede berbat bir pozisyona denk düşer. Koşulları bulunduğu denli günün birinde o yargıcın yargılanması mümkündür. Fakat yargılanmadığı koşullarda dahi öz saygısını yitirmek veya gelecek nesillerin ya da tarihin önünde yüzsüzlüğüyle baş başa kalmak gibi seçenekler onu bekleyecektir.

(B) Yargıç, görevinden ayrılabilir: Bu da diğer uçta yer alan seçenektir. Yargıç, yeni rejimin dayattığı adaletsiz hukuku uygulamayı reddederek görevlerinden ayrılır. Bu, açık bir vicdani tavırdır ama aynı zamanda etkinliğini tamamen yitirme riskini de barındırır. Öte yandan, hem bu seçim kolay değildir hem de hayat çoğu kez siyah-beyaz ikilemler yaratmaz. Siyasal ortam, kişisel güvenlik, refah koşulları, ahlaki sorumluluklar gibi çok sayıda faktör bu kararı çevreler. Kişinin sadece hukuka değil, aynı zamanda ev sahibine, ailesine veya kendisine karşı da sadakat yükümlülükleri vardır. Öte yandan, bu seçeneğin de her zaman için en iyi seçenek olduğu tartışmalıdır. Nazizme geçiş döneminde muhalif rolüyle tanınan Alman yargıç Lothar Kreyssig’in o yıllara dönük şu notu çok şey anlatır:

“1933 baharında istifa mektubumu hazırladım. Savcıların en temel hukuk kurallarını hem eylem hem de ihmal yoluyla ihlal ettiklerine dair sayısız örnek anlattım. Uykusuz geçen bir gecenin ardından bunun çok basit olduğunu fark ettim. Çelişkilerin unutulup gitmesine izin verecek ve alanı yoldan çıkmış olanlara açık bırakacaktı.”

Bu nedenle bu pozisyon ilk bakışta çok güçlü görünse de hem kestirmeci hem de faydasız olabilir.

(C) Yargıç, görevde kalıp direnebilir: Bu, ilk iki seçeneğe göre çok daha işlevsel ve makul olan sayılabilir. En azından bence öyle. Fakat “direnmek” güçlü bir söz. Belki bunu; karşı çıkmak, elinden geleni yapmak veya muhalefet etmek gibi daha yumuşak terimlerle ifade edebiliriz. Çünkü direnmek dediğimizde fiziksel bir şeylerden de bahsediyor gibi oluyoruz. Gerçi Nazizm döneminde bunu yapan yargıçlar yok değildir. Yargıç statüsünün saygınlığını kullanıp aktif biçimde antifaşist direnişe katkı sunan (sonradan Naziler tarafından idam edilen) Dietrich Bonhoeffer veya Wilhelm Canaris gibi yargıçlar bunlardandır. Fakat bu kategori artık hukukun konusu değildir. (Bu yazıda ben “direniş” sözcüğünü böylesi bir fiziksellikle ifade etmiyorum, daha çok yargıç etkinliklerinin marjı bağlamında kullanıyorum.)

Böylesi “direniş” biçimleri........

© T24