menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir tabak film, bir sahne tat: Selçuk Uzman’la “filmdekinden lütfen”

28 1
previous day

Diğer

Konuk Yazar

04 Ağustos 2025

Bir film sahnesi düşünün. Dumanı üstünde bir tabak, tencereden sıcağıyla ağıza atılan bir kaşık kaçamak, kurusunu yumuşatmak için şekerli ılık süte bastırılmış ekmek… Kimi zaman tek kişilik bir sofradaki yalnızlık, kimi zaman koca bir makarna tabağıyla başlayan yakınlık, bazen de derin bir dondurma kasesinde soğutulmaya çalışılan kalp acısı…

Hong Kong’da yapılan bir araştırmaya göre, eğer filmde yemek yiyen bir karakter bize tanıdık geliyorsa beynimiz o yemeği istemeye başlıyormuş. Kulağa tuhaf gelmiyor aslında. Fakat tersinden de bakabiliriz: Tanıdık bir yemek gördüğümüzde karakter de gözümüze daha tanıdık gelebilir. Gazeteci ve sinema-gastronomi yazarı Sadaf Ahsan ise yüzlerce yazısının özeti olarak şunu söylüyor: “Ekrandaki yemek, iştah değil geçmiş olabilir.”

Sinema bu dili çok iyi biliyor. Yemek sahneleriyle karakterlerin iç dünyasını açıyor, ilişkileri kuruyor ya da bozuyor. Hikâyeyi bir tabağa ekleyerek veya eksilterek anlatıyor. Biz izleyicilerse, o sahnelerde filmin anlattığı dışında kendi hikâyemizi de hatırlıyoruz.

Filmlerdeki yemek sahneleri üzerine kafa yoran ve o duygunun peşine takılan isimlerden biri Selçuk Uzman. Uzman ile, Sinegastro’nun blog olarak başlayan hikayesini ve bugün Mıknatıs S organizasyonuyla taze yolculuğuna devam eden “Filmdekinden Lütfen” etkinliklerini konuştuk.

-Merhaba Selçuk Bey, öncelikle oldukça lezzetli ve sürükleyici bir hesabınız olduğunu söylemeliyim. Sinegastro… İlk olarak sinema ve yemek kelimelerinin sizdeki karşılığını birer kelime ile öğrenebilir miyim?

Sinema şiirin resimlisi, yemek ise iyileşmenin belirtisi.

-O halde bu iki kelimeden doğan “Sinegastro”nun hikayesini sizden dinlemek isterim.

Aslında çok iştahlı bir çocuk değildim fakat filmlerdeki yemekler çocukluğumdan beri ilgi odağımdı. Yeme içmeye dair neredeyse tüm alışkanlığımın çocukluğumun çizgi filmlerinden, filmlerinden, ve kitaplarından geldiğini söyleyebilirim. Yemeyi sevmeyen bir çocuk olmama rağmen mesela bir Yeşilçam filminde kıymalı yumurta sahnesi görsem ya da Ömer Seyfettin öyküsünde peksimet-yoğurt yendiğini okusam hemen canım çekiyor ve dolaptan bulup bir şekilde benzetip yiyordum. Yıllar sonra bile o yemekleri yerken okuduğum o satırlar, izlediğim o sahne aklıma gelir.

2019 yılıydı ve Tarantino’nun Bir Zamanlar Hollywood filmi çıkmıştı. Filmin bir sahnesinde Brad Pitt son derece basit, kirli, gelişigüzel bir şekilde yaptığı mac&cheese’i tencereden yiyordu. Doğrusu o yaşıma kadar mac&cheese yememiştim. Hemen marketten bir paket satın alıp izlediğim sahnedeki gibi yaptım. Sinegastro’nun bir blog fikri olarak orada ortaya çıktığını söyleyebilirim. Çalıştığım yayınevindeki editörlük işinden sıkılmıştım ve bu blog fikri sürekli yazabilmem için mükemmel bir fırsattı. Fakat bu fikri mutlaka biri hayata geçirmiştir diye düşünüyordum. Araştırdım ve tuhaf şekilde bu konsepti kimsenin denememiş olduğunu anladım. Konunun, fikrin kıyısında dolaşanlar vardı ama tam benim durmak istediğim noktada yapılmış derli toplu bir format yoktu. Fakat yine de bu fikri üç yıl kadar erteledim. Yayınevimdeki işimden istifa edince bol okumak ve izlemekle geçen bir dönemden sonra küçük yazılarla başladım. Yazıları her gün düzenli yazmamı sağlayacak Instagram sayfasını açarak, sahneleri kesip hem filmi hem yemeği yorumlamaya başladım.

-Siz anlatırken ailelerin çocuklarına Temel Reis izleterek ıspanağı özendirmeye çalışmaları aklıma geldi. Gerçekleştirdiğiniz “Filmdekinden Lütfen” etkinliklerinizin isminin de çocukluğunuzdan geldiği belli. Fakat yine de bu yolculuğun nasıl başladığını anlatabilir misiniz?

Sinegastro’ya 2022’de başladı ve Instagram’da beklemediğim hızda büyüdü. Herkesin bildiği gibi Instagram görsel odaklı; buna rağmen hem post altı yazılarım okunuyor hem film-yemek eşleştirmelerim birçok kişide duygusal karşılık buluyordu. Takipçilerimle birlikte eğlendiğimizi hissediyordum.

Editörlükten önceki işim gezi rehberliğiydi. Yazmaktan sonraki tutkum anlatmaktı. Bir noktada benim gibi hissedenlerle yüz yüze gelip anlatmalıydım. Bu işi organize edecek kişileri bekliyordum. Her şey çok........

© T24