İzmir’in Levanten Köşkleri (1)
Diğer
19 Ocak 2025
Bundan iki yıl önceydi. O sırada Varlık Yayınları tarafından yeni yayımlanmış olan “Casuslar İni İstanbul” başlıklı belgesel romanımın ilk tanıtım ve imza etkinliği için eşimle birlikte İzmir Bornova’da bulunan “Villa Levante” Oteline gitmiştik. Bu etkinliği başarılı bir şekilde organize eden İzmir’de tanınmış Kedi Kitap Kulübü toplantılarını düzenleyen Güniz Gürsoy Can idi. Hepi topu 11 oda ve suit, harika bahçesinde yer alan ve gerek açık alanı gerek kapalı akvaryum örneği camla kaplanmış yan yana iki mekânda bulunan restoran/etkinlik alanlarıyla müşterilerini doğayla buluşturan bir butik otel bu. Bizi karşılayan, samimi bir misafirperverlikle tesisi gezdiren, tarihi hakkında bilgilendiren, özel kitaplığını kullanımınıza açan ve etkinliğimizin düzenini de yöneten, otelin Müdiresi Aylin Gürel Baştürk tam profesyonel, işine aşık bir yöneticiydi. O gün başlayan dostluğumuz halen devam ediyor.
Bu girizgâhla aslında belirtmek istediğim, çarpıcı güzelliğiyle insanı büyüleyen bu otelin geçmişte İzmir’in tarihi Levanten ailelerinden birine ait bir köşk olduğunu bu vesileyle öğrenmem oldu. Hatta daha da ötesi, İzmir’de eski adıyla Frenk Mahallesi, bugünkü adıyla Karşıyaka semtinde yerleşik olan zengin Lenvantenlerin başta Bornova ama aynı zamanda Buca ve Seydiköy (Gaziemir) semtlerinde yazları sayfiye evleri olarak kullanmak üzere çok sayıda köşk inşa ettirdiklerini ve bunların hepsinin olmasa bile bazılarının restorasyon ardından bugün hâlâ ayakta olduğunu da bu vesileyle öğrenmemdi. Hayatım boyunca defalarca İzmir’e gitmiş biri olarak bu cehaletimi nasıl açıklamam gerektiğini bilememiştim!
Fakat bu vesile oldu işte. Bu köşkleri araştırmaya başladım. Bu defa bir başka saygın kültür insanı, sonradan dost edindiğim Hasan Arıcan’ı tanımak imkânı buldum. İçinde doğup büyüdüğü, tarihi zenginliklere sahip bir semtin geçmişini (Bornova) bitip tükenmez bir çabayla araştırıp, yerli yabancı yazarların eserlerini ve semtin fotoğraflarını toparlayarak çok değerli eserler veren, kendi ifadesiyle “kent bilincinin gelişmesine” büyük katkı yapmış bir kişiliğe sahip. Arıcan’ın eserleriyle ve onun sayesinde varlığını öğrendiğim diğer akademisyenlerin, yabancıların eserlerine ulaşarak sürdüğüm iz benim başka güzellikleri öğrenmemin yolunu açtı. Şimdi bunların bazılarını siz değerli okurlarımla paylaşma zamanı geldi. Anlatacaklarımın pek çoğunun ana kaynağı Arıcan’ın eserleridir, kendisine müteşekkirim. Elbette içinizde bahsedeceklerimi tüm ayrıntılarına kadar bilenler vardır. Onlara değil, bilmeyenlere sözüm.
Yayımlanan dev kitabıyla herhalde Levant hakkında gelmiş geçmiş en büyük araştırmaya imza atan saygın tarih yazarı Philip Mansel şöyle tarif ediyor bölgeyi:
“Levant, bir bölge, bir diyalog ve bir arayıştır. ‘Orient’in Latince ‘yükselen’ anlamında ‘oriens’ kelimesinden türemesi gibi, Levant da Fransızca yükselen anlamındaki ‘levant’ kelimesinden türemiştir. Batı Avrupalılar için ‘le Levant’, ‘the Levant’, ‘il Levant’e güneşin doğduğu topraklarla eşanlamlı hale gelmişti -yani Levant 16. yy ile 20. yy arasında, Osmanlı İmparatorluğuna ait olan, Doğu Akdeniz kıyısındaki diyarlar anlamında bugünkü Yunanistan, Türkiye, Suriye, İsrail ve Mısır demekti.”[1]
Devamında Mansel, Smyrna (İzmir), İskenderiye ve Beyrut’un Levant’ın üç temel limanı olduğunu, İmparatorluk başkenti Konstantiniyye hariç, bu şehirlerin bölgenin en büyük, en zengin ve en uluslararası kentleri olduğunu da kaydediyor. Hemen ardından “Levanten diyalogu” diye bir kavramdan bahsediyor ki bununla ifade etmek istediği bu limanların hem Akdenizli ve Ortadoğulu hem Osmanlı ve Avrupalı hem de milliyetçi ve uluslararası karışımı olması, çeşitlilik ve esnekliğin Levanten şehirlerin özünü oluşturması. Öte yandan Levanten zihniyette anlaşmaların ideallerin önüne geçtiğinden, bazılarının Levantenleri “ikiyüzlülükle eşanlamlı” gördüğünden, diğer bazılarının ise tam da bu nedenle, yani idealleri olmamasından ötürü hayranlık duyduğundan da dem vuruyor.
Böylece “Levanten” tanımına, kimliğine geçiyoruz. “Levanten kimliğini en basit şekilde nasıl tanımlarsın?” diye sorulsa, acaba “Devekuşu” benzetmesi uygun olur mu? Ne kuştur ne devedir onlar çünkü. Ne Avrupalıdır ne Osmanlı ne Batılıdır ne de Doğulu. Nitekim araştırmacı, yazar İlhan Pınar bir yazısında,
“... Bir Avrupalıya göre (en azından geçen yüzyıl için geçerli olmak üzere) Levantenler için en iyi ve özlü tanımlama, Doğululaşmış Avrupalı veya Avrupalılık bilincine ulaşmasından önce Avrupa’yı terk etmiş ve buna bağlı olarak Avrupalılık zihniyet ve bilincinin trenini kaçırmış olsa gerek...”[2] sözleriyle bahsetmiş Levantenlerden. Aynı yazısında Pınar, XX. yüzyıl başlarında Balkanlarda incelemelerde bulunan Alman tarihçi Albrecht Wirth’in şunları yazdığını kaydediyor:
“Levantenler, akıllı ve yeteneklidir; genel olarak birden fazla dil konuşurlar; genellikle derin bir eğitimden ve temel moral değerlerden yoksundurlar. Büyükburunluluk, kendini beğenmişlik, bencillik ve kendilerini (her ne kadar dünyayı algılayışları tamamen Doğulu olsa da) Avrupalı olarak lanse etmeleri temel özellikleridir. En son Paris modası olan giyimleriyle bilgi yoksulluklarını örtmek isterler. Herhangi bir çıkar beklentisi içinde oldukları insana her türlü dalkavukluğu yaparlar, fakat kendilerinden alt tabakada olanlara burunlarından kıl aldırmazlar.”
Öte yandan bir diğer araştırmacı ve yazar Bülent Şenocak ise, Levanten kavramının tartışmaya fazla açık olduğuna işaret ettikten sonra şunları belirtmiş:
“O devirlerde, İzmir’de iki farklı Levanten vardı. Birincisi, Levant’a gelip iş tutan ve yerleşen İngiliz, Fransız, Hollandalı, İtalyan ve diğer Batı milletlerine mensup ailelerden meydana gelen toplumdu. Bu insanlar, değişik ülke, ırk ve mezheplere ait oldukları hale kendilerine yabancı bir ortamda ortak bir kültür oluşturmuşlardı ve kendi içlerine kapanık bir yaşam sürdürürlerdi; Forbes, Rees, Barff, De Jongh aileleri gibi. İkinciler ise XIX. yüzyıl sonlarında,........© T24
