Toplu mahkemelerde görüşme ilkeleri ve oylama yöntemi
Diğer
20 Mart 2025
Bilimsel, hukuksal bir tartışmaya, “önyargısız yaklaşmak, karşı görüşleri tartarak, değerlendirerek kendi görüşünü gözden geçirmek” gibi etik ilkelere dayanan, bu nedenlerle adına “tartışma” dendiğini unutan, tam tersine önyargılara dayandığını ve doğulucalığını anımsatan yukarıdaki “herkesin oyu cebinde” sözünü, daha doğrusu itirafını o gün bugündür hiç unutamamışımdır.
Bu anlayışın belirttiği gibi gerçekten bizler, “Bana karşı çıkıldığı zaman öfkem değil, dikkatim uyanıp, dirilir. Bana karşı çıkıp eleştirene, beni bilgilendirene doğru yönelip, eğilirim. Gerçek, doğru davası, her birimizin ortak davası olmalıdır (...) Gerçeği, doğruyu kimin elinde bulursam bulayım, yaklaşıp, okşarım. Yenik düşmüş silahlarımı ona uzatıp, teslim olurum (…) Ödünç alıp aktardığım düşünceleri ne sayar, ne de biriktiririm. Tartıp, değerlendiririm” diyen Montaigne’ler, doğruyu bulunca kendi görüşüne kolayca kıyan, doğruya hemen boyun eğerek bundan mutluluk duyan hukukçular mıydık yoksa sallanan bir sandalın içinde öbürünü denize atmaya çalışan Siyamlı ikizler gibi birbirimizle mi boğuşuyorduk?
Hiç kuşkusuz yargıçlar da, herkes gibi insandırlar; ancak hukuk konusunda sorun çözmek için toplanıp tartışırlarken, karar verirlerken elbette sadece yargılama insanları, kısaca hukuk biliminin ışığında “düşünür hukukçu, düşünür yargıç” olmalıdırlar. Çünkü La Bruyère’in önemle vurguladığı üzere, “Aklı başında biri, ne kendisini yönettirir ne de başkalarını yönetmeye kalkışır; yalnızca ve her zaman aklın yönetimine teslim eder kendisini.”
Gerçekten bu sözler doğru ise, toplu yargılama ve görüşmelerde oturuma katılan her başkan ya da yargıç, karşı görüşleri tartmayıp hiç değerlendirmeyecekse, niye toplanıyor, neleri tartıyorlardı!?
Görüşler, gündemi açıklayan ve herkese dağıtılan metinde yeterince açıklandığına ve herkes, ne söylenirse söylensin, akla ve bilime uygun yeni bir anlayış sergilense bile, kendi görüşünü değiştirmeye, tartarak tartışmaya hazır olmadığına göre, hemen oylamaya geçmek gerekmez miydi?
Bu doğuluca söz, duruş ve anlayış karşısında elbette gerekirdi ve üstelik böylelikle zamandan da kazanılmış olurdu.
Özetle yaşadığım ve sergilediğim bu iki durum, yaklaşım ve açıklama, aslında benim ülkemde tartışma etkinliğinin boş ve yoz bir çaba olduğunu ortaya koyması açısından elbette çok düşündürücü, üzücü ve de çok acıdır. Demek, karşılıklı ve karşıt olarak ne denirse densin, herkesin oyu, hiç tartı(şıl)madan aslında çok önceden bellidir ve asla da değişmeyecektir. Çünkü cebindedir. Öyleyse hangi görüşleri tartacak, tartışacak ve hangi görüşlerde birleşecektik ki!?
Elbette böyle bir durumda görüşlerde birleşme değil, görüşleri savunanlar ne denli yorulurlarsa yorulsunlar, ne söylerlerse söylesinler, daha önce bilinen görüşlerden biri benimsenecek; hiçbir zaman da asla bir birleşim (sentez), yani içtihatları bileştirme söz konusu olmayacaktı.
Ve bütün bunlar, ödünç alınan düşünceleri saymak, biriktirmek değil, DEĞERLENDİRMEK (Montaigne, Michel de, Essais, texte établi et annoté par Robert Barral en collaboration avec Pierre Michel, France Loisirs, Paris, s. 571) gerekir diyen, tartışanlara tartışma ahlakını anlatan büyük etik deneme yazarı ve düşünürü Michel Eyquem de Montaigne’den (15331592) altı yüzyıl; “Karnın yardım kazmayınan belinen / Yüzün yırttım tırnağınan elinen / Yine beni karşıladı gülünen / Benim sâdık yârim kara topraktır” diyen Âşık Veysel’den çeyrek yüzyıl sonra yaşanıyordu.
İşte bu nedenlerle birden çok yargıcın katıldıkları toplu mahkemelerde ve yargılamalarda görüşme ve oylamanın nasıl yapıldığı konusuna eğilmek gerektiği açıktır.
Karınca kararınca ben de öyle yapmaya çalışmışımdır.
Zira bilindiği üzere, bütün yargılama süreci hukukları, biçimsel ve / ya somut gerçeğe ulaşarak doğru hukuksal tanı koymayı hedeflemiştir. Aslında duruşma denilen aşamanın varoluş nedeni (causa essendi) ve uzak amacı, ereği (telos) de budur.
Öte yandan yine bilindiği üzere, bazı mahkemelerde yargılama makamında tek yargıç, bazılarında ise, birden çok yargıç bulunmaktadır.
Tek yargıcın bulunduğu bir mahkemede, elbette bir görüşme ve tartışma söz konusu değildir. Ancak ilginçtir ve unutulmamalıdır ki, aslında her zaman tek yargıcın iç dünyasında bile yine yapay kişiler ve diyalektik yöntemle bir tartışma yaşanmaktadır. Gerçekten Platon’dan bu yana insanın kendisiyle diyaloğu, hatta görüşleri çarpıştıran diyalektiği hiç bitmemiştir (Arendt, Hannah, [Müge Serin], Sorumluluk ve Yargı, İstanbul, 2018, s. 12).
Buna karşılık ticaret, ağır ceza, istinaf mahkemelerinde ya da Yargıtay dairelerinde, Yargıtay genel kurullarında görüldüğü üzere, üç ya da daha çok yargıç, bazı ülkelerde ise, yargıçların yanı sıra halkın istencini (irade) hem temsil edip, hem de yansıtan halkın içinden gelen yargıçlar (jüri üyeleri) yer almaktadırlar. İşte birden çok yargıcın katıldıkları bu mahkemelerde ve kurullarda verilecek karardan önce eyleme, hukuka ilişkin konuların incelenmesi ve düzenlenmesi, yargılama süreci hukukları dogmatiğinde her zaman önemli bir konu ve de sorun olmuştur. Nitekim dogmatik hukuk da, bütün dünyada ve yargılama yasalarında toplu mahkemelerde yaşanan bu konuyu, özellikle görüşme ve oylamayı ele almış, yasalarda düzenlemiştir (CYY, m. 227-229, HYY, m. 295, 296).
Batıda bilimsel yapıtlarda ise, öğreti, bu konuya ilkeler boyutunda ve genellikle üç başlık altında ve bizim öğretiye göre daha çok ve ayrıntılı olarak eğilmiştir. (Selçuk, Sami, Toplu Mahkemede Görüşme İlkeleri ve Oylama Yöntem, Ankara, 2023).
a- Tartışma Kavramıyla ilgili ilkeler
İlkin gündeme gelen konular ve sorunlar sırasıyla karşılıklı tartılıp tartışılırken görüşmeye katılan yargıçlar, tartışma ve tartışma kavramının özünde yatan bazı etik ilkelere ve hukuksal kurallara uymak zorundadırlar.
aa- Etik ilkelere uyma
Etik ilkelerin birincisi, ortaya çıkmış ve çıkacak olan konuların, sorunların her birinde duruşmaya ve görüşmeye katılan her yargıç, duruşma sonrasında çekildikleri görüşme salonunda belirlenen konular, sorunlar üzerinde söz alıp görüş (mütalâa, opinion, opinione) bildirmese bile, görüşülen her konuda görüşünü bir yargıya (hüküm, jugement, guidizio) dönüştürmek, oy kullanmak zorundadır.
Dikkat edilirse, tam bu noktada iki sözcük birer hukuk kavramı olarak karşımıza çıkmaktadır: Görüş ve tartışma.
Türkçemizin en güzel sözcüklerinden biri olan “görüş” (mütalaa), bakış açısına göre, bir kimsenin bir düşünceyi doğru olarak benimsemesidir. Ancak asla unutulmamalıdır ki, bu benimseme, kişiseldir, özneldir, görecedir ve de, kesin değil, geçicidir.
Evet. Bu nokta tartışma boyunca asla unutulmamak gerekir. Dolayısıyla bir görüş, karşı görüşü hem dışlamaz, hem de ileride ortaya çıkması olası bir üçüncü görüşü çağrıştırarak buna göre oluşturulan her bir yargının nesnel ve öznel açılardan yetersiz kalacağını önceden benimser. Bu yüzden görüş sergilemek (mütalaada bulunmak), her şeyden önce “bence böyledir” demek olup, asla “ille de böyledir” demek değildir. Bu durum ise, elbette görüşün nesnel açıdan yetersizliğini ve geçici olduğunu ortaya koymaktadır.
Etik ilkelerin ikincisi de, her görüş açıklaması, “şimdilik böyle düşünüyorum” diyerek, o görüşü değiştirme olanağını saklı tutmak demektir de. Bu ise, görüşün öznel olarak yetersizliğini ortaya koymaktadır. Demek, son çözümlemede her “görüş”ün iki belirgin özelliği bulunmaktadır: Görelilik (nispilik, izafilik) ve geçicilik (değiştirilebilir olma).
Türkçemizin en güzel sözcüklerinden bir başkası da, hiç kuşkusuz “tartışma”dır. Bu sözcüğün kavramsal iletisi açıktır ve çok da düşündürücüdür: Sergilenen görüşleri karşılıklı olarak tartmak. Bunun için görüşmelerde uyulması gereken tutum ve davranışa, işteş bir eylem (fiil) türetilerek “tartışmak” denmiştir.
Bunun dilbilgisindeki ad (isim) durumu ise “tartışma”dır.
İşte bu “tartışma” etkinliğinin önemini belirtmek için Dostoyevski, çoklarına göre en önemli ve ünlü yapıtı “Karamazov Kardeşler”in başına İncil’den aldığı şu sözleri koymuştur: “Size gerçek, gerçeğin ta kendisi olarak diyorum ki, toprağa düşen bir buğday tanesi toprağa karışmazsa, sadece bir buğday tanesi olarak kalır; ancak toprağa karışıp dirilirse işte o zaman bereketli ürün olur.” (Yohanna, XII/24).
Bir iddia ya da görüş ise, eğer enine boyuna araştırılıp tartışılmadan benimsenirse, o sadece çıplak bir görüş olarak kalır. Buna karşılık başka görüşlerle karşılaştırılıp diriltilmişse o, aydınlık bir görüşe (yargı) dönüşecektir. Nitekim Âşık Veysel, bunu veciz bir biçimde ile getirmiştir: “Kim okurdu, kim yazardı / Bu düğümü kim çözerdi / Koyun kurt ile gezerdi / Fikir başka başk’olmasa.”
bb- Görüşlerin Yargıya Dönüşmesi
Unutulmamalıdır ki, yargılama süreci hukukunda karar niteliğindeki her yargı (décision, decisione), saltık (mutlak, absolu, assoluto) ve / ya kesin (définitif, definitivo) olan yargıdır.
Saltıktır, çünkü çelişik karşıt görüşlerin birleşimi (sentez) olduğu için başka görüşleri değerlendirerek dışlamıştır.
Kesindir, çünkü bir konuda karara varmak, duraksamayı (tereddüt) yenmek, kesip atmak demektir. Ancak kesin demek, hukuk açısından kesinleşmiş demek değildir.
Görüşme sırasında kurulacak son yargının ana başlıkları ise, eyleme ve hukuka ilişkin........
© T24
