menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Duruşma/tartışma aşamasının doğru algılayan başoyuncularına sesleniyorum: Son sözlerim sizleredir, sayın yargıçlar-A

34 2
30.07.2025

Diğer

30 Temmuz 2025

Baştan söylemek gerekirse, bu yazıların özeti şudur, efendiler: Adalet dağıtmak için üç makamda bulunan Cumhuriyetimizin savcıları, avukatları, yargıçları, yargılama ve duruşma konularında çok duyarlı olmak, yargılama, duruşma (tartışma) hukukunun, özellikle de “duruşma ahlakı”nın üzerine titremek zorundadırlar.

Ancak ne yazık ki, Cumhuriyet döneminde bile bu görev, hiçbir zaman sağlıklı olarak yerine getirilememiş; yineleme pahasına anımsatarak vurgulamak gerekir ki, batılı dillerde ortak, doğru, yerinde bir terimle “TARTIŞMA” (Debatte, débat, dibattito, debate) denilen ve insanların alınyazılarını belirleyen bu en önemli aşama, ülkemizde halk ozanlarının, Yunus Emre’lerin, Köroğlu’ların, Eşrefoğlu Rumi’lerin, Aziz Mahmud Hüdâyî’lerin, Niyâzî-i Mısrî’lerin etkisiyle “duruşma” diye adlandırılmış ve tartışmaya katılanların işlevleri de, uygulamada, ne acıdır ki, bu yanlış çeviriye göre somutlaşmıştır.

Oysa özünde duruşma, çabukluk, yoğunlaşma, akla uygun sürede bitirme ilkelerine göre, ara verilmeksizin kesintisiz sürerek tek oturumda bitecektir (CYY, m. 190), bitirilmelidir, sayın yargıçlar.

Çünkü, yemek vb. gereksinmelerle birkaç saat dışında, duruşmaya eğer birkaç gün, hatta bizde olduğu gibi birkaç ay ara verilirse, o zaman duruşmadan edinilen izlenimler, taze bilgiler yitip gidecek, ister istemez her şeyin kaydedilemediği tutanakların dar çerçevesi içinde ve de duruşmadan doğrudan doğruya edinilen kanılar göre değil, dolaylı çıkarımlara göre karar verilmek gerekecektir. Bu ise, duruşmanın varoluş nedenine ve yargılama yasalarının öngördüğü duruşmanın olmazsa olmaz ilkelerine ve özüne ters düşecek, adli yanılgıya düşme olasılığını artıracaktır. Dolayısıyla duruşmaya ara verme zorunluluğu ortaya çıktığında dahi, söz konusu süre birkaç günü asla geçmemelidir. Geçemez de. Geçtiği zaman bilinmelidir ki, bu konuda ileri sürülenler, uygulamada sık sık yaşandığı üzere, artık hukuksal gerekçeler değil, saçma bahanelerdir.

Böylece duruşmaya katılanlardan, biçimsel anlamda karşılıklı duranlardan davacı (kamu davasında savcı), iddiayı belirleyecektir. Davalı (kamu davasında sanık) ise, savunmasını yapacak, yargıç da kararını verecektir. Her tür, bu arada kuşkusuz hukuk davasında da “taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorunda”dırlar (HMK, m. 29/1).

Yargıca gelince o, somut olarak ele güne açık yapılan ve yaşanan tartışmayı (dilimizdeki yanlış terimle duruşmayı) değerlendirerek “hüküm” (karar, Entscheidung, décision, decision, decisión, decisão) kuracak; bir başka anlatımla tıpkı Büyük İskender’in 2359 yıl önce Gordion'a geldiğinde kılıcını çekip düğümü kesip atması gibi uyuşmazlığı çözecek; çekişmeyi bitirerek toplumsal barışı sağlayacaktır.

Kısaca yargıç, taraflarla, sergilenen kanıtlarla, kısaca duruşmada canlı olarak yaşananlarla bire bir ilişkiler kurduktan, iddia ve savunmaları iyice dinleyip algıladıktan sonra, son sözünü söyleyecek, uyuşmazlığın hukuktaki adını koyarak (teşhis, tanı) yargısını (tedavi) kuracak, düğümü çözecek, uyuşmazlığı bitirecektir.

Bu açıdan başoyuncular arasında yargıcın görevi, çok başat ve önemli, sorumluluğu da aynı doğrultuda çok ağırdır.

Bundan önceki yazılarımda geçmişte yaşadıklarımı, gördüklerimi de gözeterek, yargılama makamlarında, kısaca mahkemelerde görev üstlenenlere bazı noktaları ve de sorumluluklarını anımsatmak istediğimi belirtmiş; ilk yazıdan başlayarak düşünen, ancak asla öykünmeyen, taklit etmeyen, kuşkulanıp sürekli bilgisini gözden geçiren, araştırarak karar veren hukukçulara, sırasıyla savcılara, avukatlara seslenmiştim.

Bu son yazılarımda ise, karar makamında bulunan, uyuşmazlık düğümünü çözecek olan, dolayısıyla ağır bir sorumluluk üstlenen yargıçlara seslenerek diyeceklerimi bitirmek istiyorum

SAYIN YARGIÇLAR!

Geliniz, ilkin “yargıç kimdir, nasıl biridir?” sorusunu yanıtlamaya çalışalım.

Sizler, sayın yargıçlar, yargılamanın, yanlış anlatımla duruşma, yani yineleme pahasına anımsatmak gerekir ki, doğru hukuk terimiyle TARTIŞMA aşamasında önünüze taşınan uyuşmazlığın alınyazısını, önyargısız, tek bir olasılığı değil, bütün olasılıkları gözeterek ve de bütün önyargıları dışlayarak, yazılı hukuk çerçevesinde ve adalet ölçütü içinde belirlemekle yükümlüsünüz.

Yani üstlendiğiniz görev, çok ağır, çok duyarlı, hukuk bilgisi açısından çok yüklüdür; dolayısıyla da sizlerde aranan nitelikler, çok çok önemlidir, sayın yargıçlar.

Bazen bu nitelikler, bir bakıma dilekler, Mecelle’de görüldüğü üzere, bazen yasalarda bile özenle sayılıp düzenlenmiştir.

Bilindiği üzere Mecelle’ye göre, “Hâkim (yargıç); hakîm (bilge), fehîm (anlayışlı yani düzen, denge ve sonuçları gözeten), müstakîm (sağlam) ve emîn (doğru ve güvenilir), metîn (dirençli), mekîn (ölçülü ve sakınımlı)” olmalıdır; olmak zorundadır (m. 1792).

Çünkü yargıç, Nelson Mandela’nın (1918-2013) da vurguladığı gibi “İyi bir kafa ile iyi bir yüreğin birleşimi” bir adalet dağıtıcısıdır. Dolayısıyla yargıç, her şeyden önce adaletsever (justicier), insansever (humaniste), in­sanlıksever (panhumain) olmak zorundadır.

Özetle bir canlı olan ve alınyazısında Kafka bilgeliğiyle bir böcek de olabilme olasılığı bulunmasına karşın özünde bir insan olan yargıç, doğa ve toplum içinde yer almanın ayrıcalığı, alçak gönüllüğü ve felsefesi doğrultusunda davranmalıdır, davranmak zorundadır da.

Öyleyse ilkin, Mecelle’nin yukarıdaki maddesi ve onu izleyen yargıçlarla ilgili etik hükümleri, yargıçlar ve yargılamada görev alan bütün hukukçular tarafından sık sık okunmalı; her yargıç, olayı, hukuksal sorunu (questia juris) ve uygulayacağı hukuku iyice kavradıktan, kendisine yeten önemli olguları ilkesel temelde seçip gözeterek, insanı özgürleştirerek hukukun öngördüğü adalet ölçütü içinde kararını verirken, sadece önündeki davadan değil, bütün hukuk dizgesinden (sistem) sorumlu olduğunu ve bu dizge içinde hukuka yaslanan, ancak özgür gerekçelerle dengelenen kararlar vermek zorunda bulunduğunu (Çataloluk, Gökçe, Hukuk sistemi ve Autopoiesis, İstanbul, 2012, s. 6, 7, 162, 172) hiç, ama hiç unutmamalıdır.

İkinci olarak, her Türk hukukçusu, özellikle de yargıcı, Mecelle’deki bu düzenlemenin Türk yazılı hukukuna, dogmatiğine ancak on dokuzuncu yüzyılda dönemin bilgesi Adalet Bakanı ve İlk Yargıtay Başkanı Ahmet Cevdet Paşa’nın çabasıyla girdiğini de hiçbir zaman unutmamalıdır.

Üçüncü olarak, yine her Türk hukukçusu, özellikle de yargıcı, Mecelle’deki bu yargıç tanımının odağındaki sözcüğün felsefe ağırlıklı bir terim olduğunu her an göz önünde tutmalıdır: “Hakîm (bilge).”

Nitekim “hakîm” terimi, her yargıçta bulunması gereken bütün öbür nitelikleri aslında özünde taşıyan, kucaklayan bir kavramdır. Çünkü her bilge (sofós, sapiens, sage), aynı zamanda anlayışlı, doğru ve güvenilir, saygın, dirençli, ölçülü ve sakınımlı, bilgi (malumat, cognitio) sahibi ve bilinçlidir (kültür ve irfan sahibi, gnostique).

Kanımca dördüncü olarak her yargıç, Hz. İsa’nın ünlü “Dağ Vaazı”nda sözünü ettiği her inançlı insan gibi, çok duyarlı ve etik adalet ölçütüyle toplum içinde........

© T24