menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Demokrasinin vazgeçilemez boyutları

28 77
yesterday

Diğer

25 Eylül 2025

Demokrasinin aşağıda değinilecek olan vazgeçilemez boyutları bir kez benimsenmeye görsün, ardından bütün ilkeler, kavramlar, kurumlar, ardı ardına somut yaşama kavuşacaktır.

Gerçek demokraside başkalığa katlanamayan, yandaşlarını kayıran, onlara ayrıcalıklar dağıtan, karşıtlarını “takip, tanzim ve tedip” eden, ideolojik, militan devlet yok olup gider, gitmek; bunun yerine, görüşler, inançlar karşısında yansız devlet gelir, gelmek zorundadır.

Yansız olduğu için de, böyle bir demokraside devlet, hiçbir görüşü, inancı önceden mahkûm etmeyen bir devlettir. Dahası, düşünceler karşısında yansız olduğundan, düşünce özgürlüğünü sağlayan, inançlar karşısında yansız olduğundan laik bir devlettir, devlettir, bu.

Yansız devlet, kötülüğü gören, ama demokratik ilkeleri örselemeden kötülüğü düzelten,[1] yaşamın bütün yönlerini denetlemeye kalkışmayan, Hegel’ci anlamda uyuşmazlıkların yansız hakemi olan, toplum katmanlarının birbirleri üzerinde baskı kurmasına izin vermeyen;[2] yaşamın hiçbir düşünce kalıbına sığdırılamayan zenginliğini, değişkenliğini, çeşitliliğini, önceden öngörülemezliğini benimseyip gözeten, ötekilerle berikilerin enerjilerini çatıştırmadan yarıştıran ve bunun hukuksal çerçevesini çizen, koruyucu, katalizör ve “güvenceci” (Jean-Marie Benoist) bir devlettir, bu.[3]

Yansız devletin maddi dayanağı özgür halk, kurumsal dayanağı hukuktur.

Bilgilendirilmiş ve özgür yurttaşlardan, bireylerden oluşan halk, ne devlet ne de grup dayatmacılığına izin verir. Özgürlükçü demokraside halk sayısal, demokrasi dışı güçlerle sağa sola savrulan insanlar yığını değil, bağımsız, özgür, eşit öznelerden oluşan sağlıklı bir topluluktur. İktidarın tek ve gerçek sahibidir. Gerçek demokraside, kafalar kırılmaz, kafalar sayılarak değerlendirilir. Bu nedenle yönetim, iktidar, halkın rızasına dayanır. Çoğunluğun ve azınlığın karmaşık ilişkisinde, kararlarında, elbette bu iradenin payı vardır.[4] O yüzden her karara herkes saygılıdır.

Kararın ve devletin gücü de, işte bu saygıya dayanır.

Seçimden önce yere göğe sığdırılamayan halkı, daha sonra edilgin, bilinçsiz, bilgisiz gören iktidarlar, bazen kendilerinden menkul bilge çobanlıklarıyla onu gütmeye kalkışmışlardır, kalkışırlar da. Oysa oy veren bir halkın zekâsından kuşkulanmaya kimsenin hakkı yoktur.[5] Bu nedenle on dokuzuncu yüzyılın “Demokrasiye yatkın olan ya da olmayan toplumlar ayırımı artık çok gerilerde kalmıştır. Yirminci yüzyılda bir toplumun demokrasiyle yönetilebilir olup olmadığı ölçütünün yerini, bir toplumun demokrasiye ancak demokrasi sayesinde olgunlaşıp ulaşabileceği öndoğrusu (postüla) almıştır” (1998 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Amartya Sen).[6]

Toplumsal uyanış, ekonomik gelişmeyi aşmıştır” gerekçesiyle bi­linmesinlercilikten, köreltmecilikten (obskürantizm) yana olan, halkın toyluğu varsayımına dayanan vesayetçi anlayışları, özellikle pretoryen diktatörlük dönemlerindeki saygın tutumuyla her halk yalanlamıştır. Oysa gerçek şudur: Pretoryen iktidarları iğreti, gayrimeşru gören halklar, önce onları yalnızlaştırıp kıyıya iterler (périphérisation olgusu), pretoryen iktidarın uzaklaştırdıkları toplum önderlerini ilk fırsatta siyaset sahnesine taşıyarak iktidarı onlara teslim ederler. Bu başarı, Duverger’nin “görünmeyen gerçek nöbetçi” dediği halkın her yerde sık sık yaşanan bir başarısıdır ve tarihin her döneminde de yaşanmıştır. Çünkü tarihte hiçbir halk örs olmaya katlanamamıştır. Zira her ülkede “Halk, bir ölüler kümesi değil, kendi kültürünü üretecek (doğal) kurum ve kurallara sahip bir aktörler topluluğudur.[7]

Şu nokta asla unutulmamalıdır: Demokrasilerde, insan ve halk, devlet için değil; devlet, insan ve halk içindir.[8]

Yansız devlet ilkesinin doğal sonuçlarından biri de, kuşkusuz hukuk ve ona biçilen işlevdir.

Demokraside hukuk, adalet ve ahlak süzgecinden, devlet de âdil hukuk süzgecinden geçer.

Böylelikle elde edilen ürün, artık hukukun üstünlüğünü benimsemiş olan “devlet”tir. Hukukun amacı, adaletsizliği önlemektir. Zira hukuk, demokrasilerde örgütlenmiş adalettir.[9] Yeter ki, yasal metinler âdil olsun. Çünkü adaletsiz hukuk, yalnızca “yanlış hukuk” değil, hukuk doğasından yoksun bir “hükümler yığını”dır (Rad­bruch), hukukta devletçiliktir; dolayısıyla ahlaka aykırıdır.

Demokraside devletin dokunduğu her şey, hukuka dönüşebilmelidir. Devlet, “çok hukuk, az devlet” formülünün de ötesinde, hukukun üstünlüğünü yaşama geçirdiği takdirde belki devleşmez, ancak gerçekten devlet olur ve meşruluk katsayısı arttığı için de çok güçlenir.

Demokratik rejimde yasaların genelliğinin yasayı yapanlar dâhil herkese ayırımsız uygulanabilirliğinin benimsenmesi,[10] gizli hukuk (droit latent) yerine açık hukuk ve saydam devletin geçmesi zorunludur. Hukukun olmadığı yerde halk “sürü” (Goyard-Fabre), insan “köle”dir (Mauchaussat).

Demokraside, hukukun iki işlevi vardır. Herkese eşit uygulanmak ve her konuyu gün ışığında tartıştıran, yarıştıran bir barış tekniği olmak.

Ve de asla yasaklayıcı olmamak.

Hukukun zorunlu ilkelerini güvenceye alan bir devlet, her şeyden önce kendi taahhütlerine uyar, uymak zorundadır. “Yasasız suç ve ceza olmaz. Yargılamasız kimse cezalandırılamaz” vb. ilkeler, aslında birer devlet taahhüdüdür.

İşte devlet, işte hukuk.

Devlet hukuka saygılı olduğu, hukuk da insanları özgürleştirdiği oranda meşrulaşır ve güç kazanır.

Sonuçta her ikisinin de işlevi, özgürlüklere açılımı, dolayısıyla iç barışı sağlamaktır.

Hukukun üstünlüğüne yaslanan bir devlette, hiç kimse hukukun ne üstündedir ne de altında, yalnızca içindedir. Hukukun karşısında herkes eşittir; her görüş, her inanç hukukun egemenliği altında birlikte yan yana özgürce yaşar, yarışır ve gelişir.

Hukukun üstünlüğü dışlanırsa, en âdil hukuk bile, keyfiliklerin oyun oynandığı bir manipülasyon alanına dönüşür. Orada artık hukukun yerini güç, özgürlüğün yerini ise uşaklık almıştır.[11]

Peki, bu hukuku kim kotaracak, kim uygulayacak, uyuşmazlıkta huku­kun ne olduğunu, ne dediğini kim söyleyecektir?

Hukuku, demokrasilerde, halkın kendisi ya da onun adına temsilcileri, yani yasama erki (iktidarı, gücü) kotarıp düzenler; yürütme erki, uygular; yargılama erki ise, var olan bu hukuku yorumlar ve bu konuda son sözü söyler.[12]

İşte buna “erkler ayrılığı ilkesi” diyoruz.

Erkler ayrılığı ilkesinin kısaca ve başlıca iki nedeni vardır.

Birincisi klasiktir,........

© T24