menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çoğulculuk

18 14
22.04.2025

Diğer

22 Nisan 2025

Çoğulculuk, batılı rejimin, “Batı politikasının keşfinin övüncü” olarak demokrasinin vazgeçilemez önkoşuludur[1].

Demokratik toplum kültürel tekelciliği reddeder, dışlar. Toplumun doğa yasasını gözetir. Bu yasaya göre, her toplumda kafa sayısınca görüş, yürek sayısınca sevgi vardır. Çünkü bireyi birey yapan, bireyi tanımlayan şey, eşsiz, benzersiz olma niteliğidir.”[2]

İnsanlar arasında tek ortak nitelik, farklı oluşlarıdır.[3]

Farklılıklar, başkalıklar çağını yaşıyoruz. Bunun anlamı ise bellidir: Özgürlük, özellik, çeşitlilik, değişiklik, çok toplumsallık (multiples sociologiques), çok odaklılıktır (polycentralisme)[4] ve felsefi, siyasal, kültürel çoğulculuktur. Çoğul gerçeklik, son çözüm önerisinin, dayatmacılığın reddi demektir.

Çoğulculuk, bireysel özgürlüğün / özerkliğin doğal sonucudur. Değil mi ki, herkes, berikiler ile ötekiler dikeylemesine, yataylamasına özgür ve eşittir, öyleyse orada bireyler, hiçbir düşünce kalıbına uymak zorunda değildirler; çünkü onlar, birer bireydir, “bende” değildirler.

Öte yandan elbette her birey, demokratik toplumda kendi alınyazısını belirlemede özerktir. Özerk birey olarak da demokratik sürece katılacak, öyle kalacaktır. Böylece tek değer değil, değerler çokluğu yaşanacaktır.[5] Çünkü özgürlükçü demokraside her bireyin yaşam biçimini kültürel bir değere dönüştürme hakkı vardır.[6]

Nitekim bilindiği üzere, doğa bile, kuşkusuz tek tip insan yaratan bir klinik değildir; çoğulcudur. Toplumlar da, doğal yapıları gereği böyledir. Nitekim Babil Kulesi Söylencesi de, Tanrı’nın bile tek dil tasarısından hoşlanmadığının bir kanıtıdır.[7]

Özetle sivil toplum, insana özgü değerlerin özündeki çoğulcu yapıyı benimseyen bir toplumdur. Böyle bir toplum, akılcı temelini yalnızca kendisinin oluşturduğunu ileri sürmez[8] ve dayatmaz. Dolayısıyla dayatamaz. Ne katıksız bireyci ne de katıksız kolektivisttir. “Akıl bize, her zaman ötekinden gelir. (...) Farklılıklar düzenli değiş tokuştur. (...) Değiş tokuşun olanaksız olduğu her yerde hiç kuşkusuzu dayatma vardır, terör vardır (...) Öteki, öteki kaldığı sürece ırkçılık yoktur. Öteki, ne zaman ki farklılığa zorlanır, orada ırkçılık başlar. (...) (Hiç kimse boşuna yorulmasın). Ötekinin kökünü kazımak için yapılan her girişim, ötekinin yok edilemezliğini kanıtlamıştır, kanıtlamayı da sürdürmektedir.”[9]

Aslında çelişki, çatışma, bir tür doğal toplumsallaşma biçimidir (Simmel). Bundan korkulmamalı, tam tersine insanlar, buna özendirilmelidir. Zira demokrasi bir “üst dil”dir (métalangue), farklılıkların katılıklarını çoğulculuk sayesinde eritir,[10] eritecektir de. Demokrasinin çoğu kez ayrımına varıl(a)mayan dehası da, işte buradadır.

Bu yüzdendir ki, demokrasi, toplum mühendislerinin gelgeç ve kurgusal bir tasarımı değil, toplumsal gelişmeyi sağlayan sorgulayıcı bir araştırma izlencesidir, programıdır.

İşte bu yüzdendir ki, demokrasi, ancak yaygın sivillik ve çoğulculuk ortamında boy verir.

Bütün bunlar, demokratik toplumun ideologların, yöneticilerin hamur gibi yoğurup biçim verecekleri bir varlık olmadığını ortaya koymaktadır.[11] Bu amaçla yapılan “devrimler, omuzdaki yükü değiştirmemiş, yalnızca omuz değiştirmiştir” (B. Shaw). O kadar. Çünkü sonuç, her zaman bellidir ve şudur: Hiçbir kültür üzeri çizilerek yok edilememiştir. Bu türden her girişim onu güçlendirmiştir. Tek biçimli insan yaratma dayatması (intégrisme), tehlikeli bir arındırma girişimi[12] olarak her şeyden önce girişimin sahiplerini yok etmiştir. Kurgusal akılla toplum mühendisliğine özenen Jakobenler, Robespierre, Billaud-Varennes, Saint-Just, Le Pelletier, insanı terörle yeniden üretmeye yeltenmişler; Na­poléon, bütün Avrupa’yı bir kimyager gibi kendi deneyi için kullanacağı bir hammadde olarak görmüştür.[13] Mussolini, Hitler, Stalin, Fran­co, yalnız milyonlarca cana değil, insanlığımıza, şereflerimize de saldırıp kıymışlardır. Hepsi de tek biçimli insan yaratma isterisiyle kendilerini Tanrı’nın yerine koymuşlar; kendi akıllarının ürettiği tek gerçeği topluma dayatarak, kendilerinden menkul yol göstericiliği benimseyerek, toplumsal olayların, olguların kişilere, aktörlere teslim olmayacak kadar karmaşık olduğunu........

© T24