menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Otobanların tarihi

15 1
26.10.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

26 Ekim 2025

“Otoban” denildiğinde akla Naziler gelse de ilk adım 1900’lü yılların başında atılmış. Yani otoban bir Nazi icadı olmamış, Birinci Dünya Savaşı öncesine dayanan bir planlama olarak yeşermiş.

İnsanın doğada var olma, yerleşik hayata geçse de başka yerleri- kültürleri tanıma, yaşadığı dünyaya hükmederek kendini yoktan var etme çabalarındaki tasarımlarından biri olan “yol” kavramının tarihsel süreç içindeki gelişimini bu köşede üç sene önce birkaç ayrı çalışma ile anlatmaya çalışmıştım.

Kısaca hatırlatmak gerekirse yollar yazılı tarihin öncesine dayanan bir süreç içinde yaşama dair koşuşturma telaşının üzerinde yürünen sathı olarak gerek insanların gerekse de hayvanların üzerinde gidip geldiği iki nokta arasındaki en kolay yürünen güzergâhlar olarak zamanla belirginleşerek görünür olmuş.

"Yol" yapımının ilk organize devlet gücü olan Roma İmparatorluğu, kurulu olduğu geniş coğrafyanın dört bir yandan birbirine kenetlenmesinde şaşılacak kadar başarı göstermiş. Hatta denilen o ki, "yol" kavramını insan medeniyetine Roma İmparatorluğu tanıtmış; 1 milyon km’ye yakın ulaşım ağıyla Antik Roma gerek askeri gerek siyasi gerekse de ekonomik gücünü yollardan almış.

Roma İmparatorluğu'nun yıkılması sonrasında çok büyük ölçüde onun bıraktığı yollarla idare eden Batı medeniyeti yüzyıllar boyunca yenisini yapamamış, seyyahlar, tacirler, elçiler ve ordular geçmişten miras kalan yolları kullanmış.

Özellikle Rönesans sonrasında maceraperest soyluların uzakları keşfetme güdüsü ile uşakları, geniş aile bireyleri ve ihtiyaçlarını giderecek görevlileriyle birlikte yollara düşüp yaşadıklarını yayınlatma düşüncesi yolları tekrar gündeme taşımış, yolların bozuk kısımlarında yaşanan zorluklar günümüze ulaşan seyahatnamelerin ana temalarından birini oluşturmuş.

Kötü yollarda sıkıntılı bir şekilde seyahat eden herkesin aklında düzgün yollar, tekerleklerin üzerinde akıp gideceği sağlıklı zeminler varmış.

Sanayi Devrimi'ne büyük bir ivme kazandıran buhar enerjisinin keşfi sonrasında Nicolas Joseph Cugnot’un 1769 yılında saatte yaklaşık 4 km hızla giderek dünyanın kendi kendine hareket eden ilk kara aracı olma özelliğini taşıyan icadı şaşkınlıkla karşılansa da sonrasında pek fazla ses getirmemiş. Fransız ordusuna top taşımak için tasarlanan bu icadın kendi başına hareket etmesi dışında bilim tarihine kattığı bir başka renk de duvara çarpıp dünyanın ilk trafik kazasına yol açması olmuş.

İnsanın buhar gücüyle hareket eden araç tasarlama arzusunu 1784 yılında İskoçyalı William Murdoch, 1801 yılında da İngiliz Richard Trevithick hayata geçirmeye çalışmışlar.

1820 ila 1850 arasında İngiltere’de Goldsworty Gurney, Walter Hancock ve William Church isimli mucitler çok kişi taşıyan buharlı otobüsler geliştirmeye çalışsalar da girişimleri yolların bozukluğuna ve buharlı araç vergilerinin yüksekliğine yenilmiş.

Kendi başına hareket eden araç arayışı 1860’lı yıllarda Etienne Lenoir ve Nikolaus Otto’nun geliştirmeye çalıştıkları tasarımlarla sürmüş.

İçten yanmalı motorla çalışan ilk otomobil 1885 yılında mucit Karl Benz tarafından üretildiğinde aracın hangi yol üzerinde gideceği konusunda fikri olan yokmuş. Benz Patent-Motorwagen adıyla 29 Ocak 1886 tarihinde patentlenen tek silindirli motora sahip araç saatte yaklaşık 16 km hıza ulaşarak teknoloji ve insanlık tarihine yeni bir sayfa açmış. Basın, 1888 yılında Karl Benz ile eşi Bertha’nın herkesi hayranlık içinde bırakan Manheim- Pforzheim arasındaki 106 km’lik yolu araçlarıyla katetmelerini “otomobil çağının” başlaması olarak dünyaya duyurmuş.

Sanayi Devriminin yükselen ivmesini fark eden herkes hayvan gücüne gerek duymadan ailece içine girip seyahat edilebilecek bir araca sahip olabilmenin çok yakında mümkün olabileceğini düşünüyormuş. Beklenen kısa sürede gerçekleşmiş; basit atölyelerde üretilen otomobiller 1900’lü yıllara yaklaşılırken birer ikişer sokaklarda görülmeye başlanmış. Otomobil artık teknolojik bir merak değil, hızla büyümeye başlamaya hazır büyük bir sanayinin ürünü olarak kabul ediliyormuş.

1900 yılında Avrupa’da toplam araç sayısı 10 bin-15 bin arası olarak tahmin ediliyor. Bunun 3-4 bin adedi Fransa yollarında görülürken Almanya’da, İngiltere’de 700-800 civarında araba varmış; İtalya, Avusturya Macaristan, İsviçre, Belçika, Hollanda toplamda birkaç yüz araba ile idare ediyormuş.

Bu yıllarda atlı posta arabalarının günler süren yorucu yolculular ile ulaşım sağladığı Amerika'da da motorlu araç sayısı çok azmış. Patika yollar dışında yol yokmuş, olan yollar da toz, çamur ve farklı sebepler yüzünden sık sık kapanıyormuş.

1909 yılında Almanya’da varlıklı sanayicilerden ve zengin nüfuzlu vatandaşlardan oluşan bir grup otomobil tutkunu, tozdan, çamurdan, çukurlardan ve eşya taşıyanların yolları tıkamasından kaçınmak için yayaların olmayacağı, kesintisiz şekilde araba sürebilecekleri bir yolun inşası için hükümete istekte bulunmuşlar.

1913 yılında Berlin'in dış mahallelerinde "otomobil trafik ve eğitim yolu" ismiyle özel bir yol üzerinde çalışmalar........

© T24