Vatanında(n) sürgün ‘vatan şairi’ Namık Kemal 185 yaşında
Diğer
21 Aralık 2025
Namık Kemal
Namık Kemal, doğum günü 21 Aralık (1840) yerine, ölümünü gösteren 2 Aralık (1888) gününde daha çok anılır gibi geliyor bana. Doğum için de anmalar vardır lakin başkalarında olduğunun benzeri, hatırlamada ölüm günleri seçiliyor. Öyle ki ölüm, sanatçının bir tür arınma ya da aklanması olarak görülüyor edebiyat ortamında. Sanatçının ölümü, onu yolunda yürütmek istemeyenler için bir ‘örtük rahatlama’ da sayılabilir. Sanatçı musalla taşındayken imamın, “kadrini seng-i musallada bilip” de karşısında el bağlamış kalabalıktan ‘nitelik’ sorusuna aldığı üç kerelik ‘iyi biliriz’ koro sesi, cami avlusundan çıkıp yaşamın geniş alanlarına yayılıyor. Sanatçının dili susmuştur artık bu nedenle evi-eşyaları ziyarete açılabilir, zamanında yasaklı kitapları yeniden basılabilir, büyüklüğü konuşulabilir, adına türlü etkinlikler düzenlenebilir, yazdıklarını okumaya gerek olmadan anma törenlerinde gönül okşayıcı cümleler peş peşe dizilebilir.
Düşünür şair Ferit Kam (1864-1944), edebî metinlerinden çok Malta sürgününe gönderildiği “Kara Bir Gün” yazısıyla bilinen Süleyman Nazif (1870-1927) için şöyle bir dörtlük dizmişti: “Sağlığında nice ehl-i hünerin/ Bir tutam tuz bile yoktur aşına/ Öldürüp onu evvel açlıktan/ Sonra bir türbe yaparlar başına.” Süleyman Nazif’in de ‘toplumcu’ yönüyle Namık Kemal’in takipçisi olduğu bilindiğine göre Ferit Kam’ın dizeleri Namık Kemal için de geçerlidir denilebilir. Baksanıza, cebindeki saatini satmak durumuna gelmiş vatan şairinin adı üniversite binasının duvarında şimdilerde. Kendisinden sonraki yüzyılın başında ‘meşrutiyet’ rejimini ikinci kez yürürlüğe koyan Jön Türklere ilham kaynağı olmuş Namık Kemal, ‘cumhuriyet’ rejiminde Reşat Nuri Güntekin’in “Tanınmayan Adam” öyküsünde tanınan onca kozmopolit isim arasında ‘tanınamayan adam’ yabancılığındadır. Sağlığında sefalete mahkûm edilmiş Namık Kemal’in adını bir üniversiteye vermekle kalmadık, adına neler neler yapıyoruz bugünlerde. Tören günlerinin bürokratlarına, politikacılarına ve Puşkin’in “Şair” şiirindeki, “Utanç verici bir umursamazlığımız var iyiye ve kötüye/ Solup gidiyoruz kavgaya girmeden önce” dizelerinin okumuş yazmışlarına bakınca Osmanlının ‘mersiye’ yazıcıları geliyor aklıma. Dünya ile beraber biz de aynısını yapıyor, geç de olsa kıymet bilebiliyoruz.
Edebiyat tarihçisi İsmail Habip Sevük, ilk gençlik yıllarında bedensel ve düşünsel gelişimine özen gösterilen Namık Kemal için “hem şairliğin kahramanı, hem kahramanlığın şairi” ifadesini kullanır. “Bâis-i şekvâ bize hüznü umumîdir Kemal/ Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdıma” diyen Namık Kemal’in, ‘kendi derdi’ yerine ‘hüznü umumi’ yanlısı olmasında erken yaştaki anne kaybının ardından ‘paşa’ dede ile yaşadığı sosyal hayatı etkilidir. Çocuk yaştayken annesi ölen Namık Kemal, müneccimbaşılık da yapmış iç güveyisi babası Mustafa Asım Bey’in evden ayrılmasıyla on yedi yaşına kadar görevden göreve giden dedesi Abdüllâtif Paşa’nın himayesinde yetişmiştir. 1856 sonlarında Sofya’dan İstanbul’a “yanında karısı, koltuğunda divançesi” ile dönen henüz yirmisine varmamış ‘şair’ Namık Kemal için “hüznü umumi” yılları başlamış sayılır.
İstanbul, Namık Kemal için dedesiyle dolaştığı yerlerden ayrı, bambaşka bir dünyadır. İstanbul’a gelişinden kısa bir süre sonra azledilen paşa dedesi ölünce, öncesinde başka bir kadınla evlenmiş babasının korumasına giren aile sorumlusu Namık Kemal, artık babasının yardımıyla hayata tutunacaktır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle “yeni bir siyasi idealin geliştiği çok ileri bir muhit” olan Tercüme Odası’na girerek (1857) ilk memuriyetine başlayan genç Namık Kemal, o yıllarda tanıştığı Ziya Paşa’nın da ilgisiyle katılacağı (1861) zamanın şairlerinin toplandığı Encümen-i Şuarâ aracılığıyla toplumsal yaşama eklenmiştir denilebilir. Namık Kemal için İstanbul’daki asıl önemli yenilik, hiç tartışmasız, dünyasını yeniden biçimlendirecek kişi Şinasi ile tanışmasıdır. Şiirini okuduğunda “Derviş Yunus ilahisi zannettim.” dediği Şinasi ile tanışan Namık Kemal, bundan böyle gazeteci ve aynı zamanda ‘toplumcu’ bir yazardır. Gazeteciliğiyle bir de sonradan Yeni Osmanlılar adını alacak İttifak-ı Hamiyyet adlı cemiyete girişi (1865) ise onun politik dünyasının asıl belirleyenleridir.
İnsanlığın tarihinde İsa ne ise Namık Kemal için Şinasi de odur. İsmail Habip’in deyişiyle “edebi teceddümüzün tam manasile babası olan” (Edebi Yeniliğimiz, 1937) Şinasi, yine İsmail Habip’in deyişiyle “garbin hudutsuz ufuklu engin âlemine” baktırdığı kendisinden on beş yaş küçük Namık Kemal’de “hayırlı inkılabı” yapmıştır. 1860’taki “Tercümân-ı Ahval” gazetesinin “Mukaddime” yazısına, “Mâdem ki bir hey’et-i içtimaiyede (sosyal toplulukta ) yaşayan halk bunca vezaif-i kanuniye ile mükelleftir (kanuna ait vazifeler ile yükümlüdür), elbette ka’len ve kalemen (sözle ve yazı ile) kendi vatanının menafiine (yararına) dair beyan-ı efkâr etmeği ( fikirlerini açıklamayı) cümle-i hukuk-ı müktesebesinden addeyler (kazanılmış hakları arasında görür).” beyanıyla başlayan Şinasi, bu ‘vatan adına konuşma’ görevini kısa zaman sonra Namık Kemal’e devretmiştir. 1862’de Şinasi’nin “Tasvir-i Efkâr” gazetesinde yazmaya başlayan Namık Kemal, üstadının Paris’e gidişiyle yazdığı gazeteyi yönetmeye başlamış, sonraki yıllarda kendi gazetesini çıkarmıştır.
Yazı kalemi, dolayısıyla kalemin sesini duyuran yazı, iktidarların karşısında bir güçtür ve kılıçtan tehlikelidir. Çünkü kılıcı tutan el bellidir, tanınmaktadır oysa dilin/sözün/kelimenin bütün toplumu etkileyen kontrol edilemeyen gizli bir gücü vardır. Lübnan asıllı Arap şair Adonis (d. 1930)’in “Konçerto-Milâttan Önce 11 Eylül 2001” şiirinde ilginç bir bölüm var: “Paris’te dertli odamda ülkemi dizlerime oturtmaya çalışıyorum Rimbaud’nun Cemal/Güzellik ile yaptığı gibi onu şey etmek için değil onda gizlenmiş sonbaharın rayihasını koklamak için, şairin yüzüyle benzerliklerini bulmak için, ona yüksek sele tekrarlayageldiğim insanın........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Mark Travers Ph.d