menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Seksen beş yılın sorusu: ‘İçimizdeki Şeytan’ dışarı çıktı mı?

32 0
30.03.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

30 Mart 2025

Sabahattin Ali’nin (25 Şubat 1907- 2 Nisan 1948) ikinci romanı İçimizdeki Şeytan, “Ulus” gazetesinde 1939’da tefrika edilmiş ve 1940’ta kitap olarak basılmıştır. Yayımlanışının ardından, yazarının öldürülmesiyle sonuçlanacak politik tartışmaların odağında yer alan roman, derin bir aşkın romanıyken belleklere zamanının ideolojik çatışmalarını dile getirişiyle de yerleşmiştir. Sabahattin Ali’nin yaşamından -Kuyucaklı Yusuf (1937) ve Kürk Mantolu Madonna (1943) romanlarına benzerlikle- belirgin izler barındıran roman, teknik zayıflığıyla edebî yönden yetersiz görülse de ikinci büyük savaş yıllarının aydın çevrelerindeki çelişkileri yansıtmasıyla dikkat çekicidir. Romanı okuyanların, romanın aşk hikâyesine olanak sağlayan onca tesadüfe ve bu romantik aşkın hikâyesine gölge düşüren aydın eleştirilerine itirazları vardır elbette. Handiyse yüzüncü yılına gelmiş İçimizdeki Şeytan, aklıyla onayladığı iyi olanı, iradesinin zayıflığı nedeniyle seçememiş genç Ömer’in, bütün olumsuzlukları ‘içimizdeki şeytan’ engeline bağlayarak haleflerine mirası müzmin aymazlığı için bugün de okunması gereken romandır. Romanı bugün için okunmaya değer kılan ikinci bir gerekçe akademik/entelektüel çevrelerdeki seviyesizlik ve düşünce-eylem çelişkilerine eleştirel bakışıdır. İstanbul romanı da olan İçimizdeki Şeytan’ı benim okumamdaki etken, Sabahattin Ali’nin felsefeyle yoğunlaşmış satır arası cümleleridir.

İçimizdeki Şeytan romanının olmazsa olmaz dört genç kişisi vardır: Ömer, Macide, Bedri ve Nihat. Macide’nin, dürüst hocası Bedri ile sorumsuz kocası Ömer arasında kalışına benzerlikle Ömer de duyarlı dostu Bedri ile politik maceracı Nihat arasında çaresizidir. İlk üçlüyü yakınlaştıran aşk ekseninde Ömer’in ‘içindeki şeytan’ etkilidir. Bedri ile Ömer yakınlığının karşıt uzaklığındaki Nihat da “bütün büyük laflarına ve dillere destan olan zekâna rağmen asla ciddi bir insan olamayacaksın” dediği Ömer’in ‘dışındaki şeytan’ sayılmalıdır. Balıkesir kökenli yirmili yaşlarının ortalarındaki Ömer, İstanbul’da torpille girebildiği bir postanede çalışmaktadır ve üniversitede güya ‘felsefe’ okumaktadır. Ömer’in, yaz günlerinin birinde arkadaşı Nihat ile Kadıköy’den bindiği vapurda karşılaştığı Emine Teyzesi ile yan yana oturan Macide, henüz yirmisine varmamış bir genç kızdır. Ömer’in ilk görüşte âşık olduğu Macide, ortaokulu Balıkesir’de okumuş, ardından Emine Hanım tarafından Konservatuvarda okutulmak üzere İstanbul’a getirilmiş dar gelirli bir aile kızıdır. Ömer’in arkadaşı Bedri, ortaokulda müzik öğretmeni olduğu Macide ile duygusal yakınlık yaşamıştır. İstanbul’a dönünce annesiyle ablasına bakacağından öğretmenliği bırakan Bedri, müzik topluluklarında piyano çalarak ve özel ders vererek yaşamını sürdürür. Ömer’in üniversiteden arkadaşı Nihat, milliyetçi/Türkçü çevrenin aydın kesimiyle sıkı ilişkileri olan aktif bir gençtir.

Aile yakını Emine Hanım’ın, yağ ticaretiyle uğraşan kocası ve bir kızıyla yaşadıkları evlerinde ailesinden gönderilen az miktar para ile bir tür pansiyoner olarak yaşayan Macide, vapurda tanıştığı Ömer ile dostluklarını ilerlettikçe okulunu askıya alır. Babası ölünce kendisine gelen para da kesilen Macide, yağ ticareti işleri iyi gitmeyen evde sıkıntılar yaşadığı günlerin bir gecesinde Ömer’le gezip dolaştığından eve hayli geç gelince azarlandığında her ne olursa olsun evden kaçıp gitmek ister. Tesadüf ya gecenin o saatinde Ömer kapının önündedir ve gidecek yeri olmayan Macide’yi, kendi tek odalı pansiyonuna götürür. Birbirleri için olmak dışında bir dünya düşünmeyen Ömer ile Macide, tek odalı pansiyonda gayri resmi karı koca olarak yaşarlar. Bundan sonra Ömer için asıl sorun parasızlıktır bu nedenle de karısına çorap çalmak, kendisine yanlışlıkla fazla verilen para üstünü geri vermemek benzeri sonuçsuz yöntemler dener, arkadaş çevresinin verdiği harçlıklarla geçinmeye çalışır.

Ömer, ekonomik yönden oldukça zor günler geçirirken “dalavereli işler” için kendisinden para isteyen vaktiyle birlikte dergi çıkardıkları Nihat aracılığıyla okumuş yazmış Türkçü çevreyle yakınlaşır, Macide’yi onlarla tanıştırır. Birlikte müzikli yemekli eğlencelere katılırlar. Nihat’ın yakın dostları; yazar İsmet Şerif, Profesör Hikmet, şair Emin Kamil benzerlerinin olduğu bu riyakâr ortamlarda huzursuz olan Macide, uzaklaşmak istese de o çevreye katlanmak zorundadır çünkü giderek dibe vuran Ömer’in cebine harçlık koyanlar bu kişiliksiz aydınlardır. Bedri ile bir gecesinde karşılaştığı bu kadınlı erkekli eğlencelerde kendini kaybedercesine ölçüyü kaçırarak Macide’yi unutan Ömer, başka kadınlarla gönül eğlendirmeye başlar. Henüz resmi nikâhlarını yapamamış ikilinin maddi ve manevi yönden sorumluluğunu üstlenen Bedri, ablasının sert tepkilerine karşın Macide ve Ömer ikilisine yardımlarını sürdürür. Çalıştığı postanenin veznedarını tehdit ederek kasadan aldığı parayı Nihat’a vererek arkadaşlığını kurtarmaya çalışan Ömer, tutuklanarak hapse atılır. Daha ilk gördüğünde, “onu bir kere gözden kaybedersem ölünceye kadar ömrüm yalnız aramakla geçer” demişken şimdilerdeyse yüzüstü bıraktığı Macide’yi, serbest bırakılacağı gün ziyaretine gelen Bedri’ye ‘teslim’ ederek kendi tükenmişliğini onaylayan Ömer, kendilerine yeni ve umutlu bir dünya kuracak bu ikilinin arkasından bakakalır, o kadar.

İçimizdeki Şeytan romanının bir yanı aşk ancak iradesizliğin gölge düşürdüğü bir aşktır buradaki. Tahir Alangu’nun deyişiyle “yarı aydınlar çevresinde sık sık görülen aşırı duygulu, muvazenesiz bir okuma ile yetişmiş, pasif, hülyalı genç” tipinin “aydın-farfara yönü” (Cumhuriyet’ten Sonra Hikâye ve Roman I, 1968) Ömer’in, içindeki şeytan bahanesinde romanın bu yönü, ‘irade terbiyesi/bilinç’ ve Jeffrey Burton Russell’ın üç kitabının adından esinle ‘şeytan/ iblis/ lucifer’ kılavuzluğunda okunabilir. Roman için ‘tesadüf’........

© T24