menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir İstanbul hikâyesi (2)

26 18
31.05.2025

Diğer

31 Mayıs 2025

Fatih İstanbul’u aldıktan sonra hızla restorasyon faaliyetleri başlattı. Önce bugünkü Beyazıt’ta kendisine bir saray inşa ettirdi. Ama bu sarayı beğenmedi, orayı (Saray-ı Atik-Eski Saray) sultan annelerine ve gözden düşen saray kadınlarına terk ederek şehrin birinci tepesinin bulunduğu akropol bölgesinde, sonradan Topkapı olarak şöhret kazanan yeni sarayı yaptırdı. Saray-ı Atik yıkıldıktan sonra o bölgeye bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin ana yerleşkesi olarak hizmet veren Harbiye Nezareti ve Seraskerlik (Genelkurmay) inşa edildi.

Fatih, fetihten sonra muzaffer bir lider olarak Ayasofya’yı camiye dönüştürmeden edemezdi. Ama Ayasofya’nın ismini değiştirmedi. Aynı şekilde şehrin ismi de değiştirmedi. Çağlar boyu Osmanlı’da, hatta Cumhuriyetin ilk yıllarında, şehrin isimlerinden biri Konstantiniye idi. İstanbul, Rumca “İstinpoli”den (şehre doğru) dolayı halk dilindeki adıydı.

Fatih Ayasofya’dan sonra kentin en büyük kilisesi olan Havariyyun (Aya Apostoli) kilisesini Rum patrikhane kilisesi olarak Gennadius’a bıraktı. Havariyyun ve Pantakrator (Zeyrek Camii) Bizans’ta imparatorların gömüldükleri kiliselerdi. İmparatorlar Ayasofya’da taç giyerler, Havariyyun’da gömülürlerdi. Havariyyun’da ve Pantakrator’daki imparator mezarlarına ne olduğu bugün meçhuldür.

Gennadius, Havariyyun Kilisesi’nde fazla kalamadı. Bakımsızlıktan viraneye dönen bu binayı terk ederek Fener’e taşındı. İstanbul’un dördüncü tepesinde bulunan Havariyyun Kilisesi ise yıkılarak yerine Fatih Camii inşa edildi. İlk Cami daha sonra 1776 yılında depremde büyük hasar görünce, bina kapsamlı bir onarım görerek büyütülüp bugünkü halini aldı. Fatih Sultan Mehmet’in türbesi kendi adını taşıyan bu camide yer alır.

Osmanlı’da padişahlar tahta çıkmadan önce Eyüp Sultan’da kılıç kuşanır, öldüklerinde genelde kendi adlarını taşıyan camilerde veya merkezi yerlerde inşa edilen türbelerde gömülürlerdi. Bu tür türbelerin en güzel örneği büyük reformcu II. Mahmut’un Divan Yolu’ndaki türbesidir. Çemberlitaş’ı Sultan Ahmet’e bağlayan Divan Yolu, adından da anlaşılacağı gibi Osmanlı Divanı’na ve Topkapı Sarayı’na giden kentin en önemli caddesiydi. Divan Yolu, Bizans başkentinin en önemli caddesi olan Mese’nin bir bölümünü oluşturur. Bu cadde imparatorların savaşlardan sonra törenle geçtikleri Zafer Yolu’nu Hipodrom’a, Ayasofya’ya ve Büyük Saray’a bağlardı. İmparatorlar denizden gelmiyorlarsa, Yedikule’deki Altın Kapı’dan (Hrisi Pili) kente girerler, Zafer Yolu’nu takip ederek Boğa Meydanı (Aksaray), Theodosius Meydanı (Beyazıt), Konstantin Meydanı (Çemberlitaş) üzerinden Mese’yi takip ederek merkeze ulaşırlardı. Aynı zafer yolu Roma’da da vardır. Roma İmparatorları kente Via del Corso’dan geçerek şehre girerlerdi.

Görmeyenler varsa, İstanbul’un nispeten az bilinen Zeyrek semtine adını veren Zeyrek Camii’ni (Pantakrator), şimdi kibarca Kadınlar Pazarı olarak adlandırılan, esir kadınların satıldığı Avrat Pazarı’nı, hemen orada bulunan, arkadaşım Bike Gürsel tarafından restore ettirilen, Barbaros Hayrettin Paşa’nın seferden dönen leventler yıkansınlar diye Mimar Sinan’a inşa ettirttiği Çinili Hamamı ve onun ilerisindeki Valens Kemeri ile, yakınlardaki ihtişamlı Fatih Camii’ni ziyaret etmenizi öneririm.

Fatih Camii’nin biraz ilerisinde, sekiz yıl yatılı okuduğum Darüşşafaka Lisesi’nin eski yerleşkesi yer alır. Darüşşafaka’nın tanıtım afişlerinde kullanılan tarihi binanın yapımında Balyan ailesi mensubu Ohannes Kalfa ile dönemin meşhur mimarı İtalyan Giovanni Battista Barborini rol almışlardır. 1873’te hizmet vermeye başlayan bu yapı Osmanlı’daki ilk anıtsal okul binalarından biridir. Maalesef Darüşşafaka bu anıt binanın da içinde yer aldığı yerleşkesini, Fatih semtinin sosyal yapısının değişmesi ve okula kızların alınmasından doğan ihtiyaçlar nedeniyle 1990’larda terk etmek zorunda kalmıştır. Umarım camiamız bir gün eski yerleşkesine yeniden kavuşur.

Sezar’dan sonra toprakları iyice genişleyen Roma İmparatorluğu’nu tek merkezden yönetmek güçleşmişti. İmparatorluk özellikle ikili-üçlü hatta dörtlü Konsül idarelerindeyken fiili olarak farklı merkezlerden yönetilmeye başlanmıştı. Bazı imparatorlar nadiren Roma’da kalabiliyorlardı. Bunlar çoğunlukla Galya, İlirya veya Anadolu’daki merkezlerden imparatorluğu yönetmeye başlamışlardı. Edirne, İzmit, İznik, Balıkesir gibi yerler İmparatorların başlıca uğrak yerleri arasındaydı. Konstantin rakiplerini eleyerek İmparatorluğu kendi yönetimi altında birleştirdikten sonra kalıcı bir yeni başkent arayışına girdi. İmparatorluğun doğu-batı, kuzey-güney eksenlerinin kesiştiği, elverişli kara ve deniz ulaşımına sahip eski Yunan kolonisi Bizans en uygun seçenek olarak karşısına çıktı.

Konstantin, Yeni Roma adını verdiği ancak kendi ismiyle anılacak olan yeni başkentin Roma örnek alınarak imparatorluğun tüm ihtişamını ve gücünü yansıtacak şekilde inşa edilmesini istedi. Kent bu yüzden yedi tepeli Roma’ya benzesin diye yedi tepe üzerine inşa edildi. Roma’da 14 idari bölge vardı. Yeni Roma da 14 idari bölgeye ayrıldı. Roma’da 13’üncü bölge Tiber........

© T24