Gen Z ile aynı masada
Diğer
12 Temmuz 2025
Bir restoranda aynı masayı Z kuşağı bir genç ile baby boomer kuşağından bir misafir paylaşıyor; peki bu iki farklı dünyanın beklentileri nasıl uyumlanabilir? Yeni nesil misafirler (Gen Z veya Z kuşağı), restoran deneyimini dijitalleşmeden sürdürülebilirliğe, hızdan otantikliğe bambaşka bir noktaya taşıyor. Geleneksel misafirperverlik anlayışı ise yılların alışkanlıklarını ve sıcaklığını barındırıyor. Bu yazıda, fine dining’den fast-food zincirlerine ve otel restoranlarına kadar farklı segmentlerde Z kuşağının beklentilerini ele alıyor, eski usul misafirperverlikle nasıl harmanlanabileceğine dair örnekler ve öneriler sunuyoruz. Samimi bir sohbet tadında, bir öğretmen edasıyla hem Türkiye’den hem dünyadan güncel trendlere göz atalım.
Öncelikle Z kuşağının genel olarak restoran deneyiminden neler beklediğini anlamamız gerekiyor. Bu kuşağın belirgin beklentileri şöyle özetlenebilir:
Dijital kolaylık ve hız: Dijital dünyaya doğan Gen Z, teknolojiyi günlük yaşamının doğal bir parçası görüyor. Online rezervasyon, QR kod menüler, temassız ödeme ve hızlı servis onlar için büyük önem taşıyor. Bir araştırmaya göre Z kuşağının yüzde 20’si restoranda hızlı servisi en önemli önceliklerden biri olarak görüyor. Yani hizmet yavaş kaldığında, sadece memnuniyetsiz olmakla kalmıyorlar; bunu sosyal medyada tüm dünyaya anlatmaya da meyilliler. Hız konusunda hassas olan gençler, pratiklik sunan işletmeleri tercih ediyor.
Sürdürülebilirlik ve sosyal sorumluluk: Genç misafirler için çevre duyarlılığı ve etik değerler bir tercih meselesinden ziyade beklenen bir standart haline geldi. Organik ve yerel ürünleri menüsünde vurgulayan, plastik atıkları azaltan, hatta bitki temelli yemek seçenekleri sunan işletmeler Z kuşağını cezbetmede avantajlı. Örneğin 20’li yaşlardaki tüketicilerin yüzde 46’sı, yeme-içme seçimlerinde organik veya sürdürülebilir kaynaklı ürünler için ekstra ödeme yapmaya razı olduklarını belirtiyor. Hatta Z kuşağının üçte biri sürdürülebilirlik kriterini yeme-içme tercihlerinde mutlaka dikkate aldığını, yarısı da bireysel tercihleriyle çevreye etki edebileceğine inandığını söylüyor. Bu nedenle, atıktan enerji tasarrufuna kadar şeffaf bir çevre politikası sergileyen restoranlar gençlerin gönlünü kazanıyor. Bitki bazlı beslenme de yükselişte; Z kuşağının yaklaşık yüzde 19’u sağlık, hayvan refahı veya çevre kaygılarıyla vejetaryen/vegan beslenmeyi benimsiyor ve bu trend fine dining menülerine bile yansıyor.
Deneyim odaklılık: Z kuşağı için dışarıda yemek yemek karnını doyurmaktan öte bir deneyim arayışı. Bu jenerasyon, gittiği mekânın atmosferinin benzersiz olmasını, mümkünse interaktif unsurlar barındırmasını ve “sosyal medyada paylaşılabilir” özellikler taşımasını bekliyor. Onlar için restoran ziyareti adeta anlatılacak bir hikâye, Instagram’a yükleyecekleri bir içerik haline gelmiş durumda. Nitekim bir ankete göre ABD’li Z kuşağının yüzde 60’ı, sosyal medyada trend olduğu için spesifik bir yiyecek veya mekân için yarım saatten fazla sırada beklediğini itiraf ediyor. “Gözüyle yemeyi” seven bu gençler, görsel sunumu güçlü, konsepti eğlenceli, mümkünse sürprizlerle dolu deneyimleri değerli buluyor. Kısacası “pics, or it didn’t happen” (fotoğrafını çekmediysen gitmiş sayılmazsın) mottosu bu kuşakta karşılık buluyor.
Otantiklik ve değerlere uygunluk: Gen Z, markaların samimi ve otantik olmasına büyük önem veriyor. Yemeğin lezzeti kadar hikâyesi de dikkatlerini çekiyor: Malzemelerin kaynağı, yemeğin tarifinin geleneksel olup olmadığı, işletmenin kültürel çeşitliliğe ve kapsayıcılığa önem verip vermemesi gibi konular onlar için önemli. Bir restoranda farklı kültürlerden lezzetler görmek, mutfakta veya serviste çeşitliliğe tanık olmak Gen Z’ye kendini değer verilmiş hissettiriyor. Hatta sektör araştırmaları, Z kuşağının “uygun fiyat”tan çok samimiyet, ortamın havası (“vibe”) ve kendileriyle örtüşen değerler aradığını ortaya koyuyor. Yani menü fiyatlarının düşük olmasından ziyade, mekanın onlara doğru mesajı verip vermediği daha belirleyici. Z kuşağı “içi boş” pazarlama numaralarını hızla fark ediyor; onu etkilemek için gerçek bir hikâye, tutarlılık ve dürüstlük şart. Bu kuşak aynı zamanda markalardan topluma fayda sağlamasını bekliyor; sosyal sorumluluk projeleri, yerel topluluğa katkı, adil ve şeffaf işletme uygulamaları gibi konular sadakatlerini etkiliyor.
Bu beklentiler tüm restoran segmentlerini dönüştürüyor. Şimdi fine dining, zincir restoran ve otel restoranı gibi farklı ortamlarda eski ve yeni anlayışın nasıl birleşebileceğine bakalım.
Klasik fine dining restoranları denince akla beyaz örtüler, ciddi bir sessizlik, kuralcı bir servis gelebilir. Ancak Z kuşağı “lüks” kavramını yeniden şekillendiriyor. Onlar için lüks, abartılı resmiyetten ziyade kişiselleştirilmiş ve özgün deneyimler demek. Bu dönüşümün ipuçları dünyada ve Türkiye’de görülüyor. Örneğin İstanbul’daki Michelin yıldızlı Neolokal restoranı, tam da eski ile yeni arasında köprü kurma felsefesiyle ünlendi; Türk mutfak geleneklerine saygıyı temel alıp bunu modern teknikler ve sürdürülebilir yaklaşımla birleştiriyor. Şef Maksut Aşkar, geçmişin lezzetlerini koruyarak yeni nesle hitap edecek şekilde güncelliyor ve “sosyal ve kültürel sürdürülebilirlik” kavramını vurguluyor. Sonuç? Neolokal, Türkiye’de Michelin’in Yeşil Yıldız’ını (sürdürülebilirlik ödülü) alan ilk restoranlardan biri oldu ve genç neslin de takdirini kazandı.
Fine dining mekanlar Gen Z’yi çekebilmek için menülerini ve ambiyanslarını revize ediyor. Sürdürülebilir fine dining yükselişte: Dünyada birçok prestijli restoran, menülerine mevsiminde yerel çiftlik ürünleri ekliyor, hatta tamamen bitki bazlı tadım menüleri hazırlıyor. Bu sadece çevre için değil, genç müşterinin gönlü için de yapılan bir yatırım; zira yukarıda bahsettiğimiz gibi gençlerin önemli bir kısmı sürdürülebilir opsiyonlar için fazla ödeme yapmaya hazır. Örneğin Danimarka’daki Geranium veya New York’taki Eleven Madison Park gibi ünlü restoranlar, son yıllarda vejetaryen ağırlıklı menüleriyle gündeme geldi. Türkiye’de de yeni nesil şefler benzer şekilde Anadolu’nun unutulan malzemelerini modern sunumla birleştirerek “yenilikçi ama köklere sadık” bir mutfak tarzı benimsiyor.
Teknolojiye gelince, fine dining restoranlar burada dengeyi dikkatli kuruyor. Gen Z dijital kolaylığı sevse de, lüks restoranda robot garson görmek istemeyebilir – önemli olan teknolojiyle sağlanan konforun, insani sıcaklığı gölgelememesi. Pek çok fine dining mekân, rezervasyon ve ön ödeme süreçlerini dijitale taşıdı, ancak deneyimin kendisi hâlâ insan odaklı kalıyor. Örneğin pandemi döneminde her yerde gördüğümüz QR menüler, fine dining tarafında bazen yerini tekrar deri kaplı basılı menülere bıraktı, çünkü ilginç şekilde 2024’te Gen Z müşterilerinin yüzde 90’ı menüyü kağıttan okumayı tercih ettiğini belirtmiş (önceki yıl yüzde 69 iken). Bu da gösteriyor ki genç nesil bile, yeri geldiğinde “analog” bir dokunuşu nostaljik ve gerçek buluyor. Lüks restoranlar bu yüzden dijitalle gelen pratikliği (örneğin online menü önizleme, mutfak hikayesini web sitesinde anlatma gibi) eski tarz dokunuşlarla harmanlıyor: Şefin masaya gelip yemeğin hikâyesini anlatması, özel bir tarifin ardındaki geleneği paylaşması gibi deneyimler Gen Z için çok değerli, çünkü hem otantik hem........
© T24
