İstanbul Barosu Başkanı Prof. Kaboğlu: İktidar iki yüz yıllık hukukileşme mirasını reddediyor, Cumhuriyet anayasacılığının sonu bu!
Diğer
04 Mart 2025
“İnsan, haklarıyla insandır” sözünün toplumun zihin kodlarında epey aşındığı süreçlerden geçiyoruz. Siyasetçiler, insan hakları savunucuları, hukukçular, gazeteciler, iş insanları, şirket yöneticileri, sokakta röportaj veren yurttaş gözaltına alındığında toplum artık şaşırmıyor. Çünkü hukuki öngörülebilirlik ciddi zedelenmiş durumda. Ceza hukukçusu Prof. Adem Sözüer’in Cansu Çamlıbel’e verdiği söyleşide dediği gibi “Olan kanun değil, olmayan kanun uygulanıyor.”
İstanbul Barosu’nun başına gelenler de bu tablodan bağımsız değil. İnsan hakları teorisinin, hukukunun, felsefesinin Türkiye’deki en önemli isimlerinden, Barış Akademisyeni, bir dönem TBMM’de de kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilenlerin haklarını savunan İstanbul Barosu Başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu ve Baro yönetimi hem hukuk hem de ceza davasıyla karşı karşıya.
Kaboğlu ile yönetim kurulu üyelerinin görevlerine son verilmesi, yeni baro başkanı ile yönetim kurulu üyelerinin seçilmesi talepli davanameyle İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açıldı. 4 Mart’ta Çağlayan Adliyesi’nde bu dava görülecek.
Türkiye öyle bir zamandan geçiyor ki, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Kürt-Türk kardeşliği” dediği yeni süreci aktif olarak yürüten İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya Önder’in Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısının okunduğu gün “Bu barışta sizin de payınız var” dediği Barış Akademisyenleri'ne şükranlarını sunarken, Barış Akademisyeni İbrahim Kaboğlu bir kez daha yargılanıyor.
Kaboğlu ile, hem "Ankara, İmralı'yı sürekli davet ediyor; İstanbul ise nasıl bir sabaha uyanacağı konusunda hukuki güvenliğe sahip değil" sözleriyle dikkat çektiği çelişkili süreci hem de İstanbul Barosu’nun neden hedef alındığını konuştuk.
Söz Kaboğlu’nda…
- İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan’ın açıklaması öncesinde Barış Akademisyenleri’ni de andı ve “Aydınlar, sanatçılar ama en çok da Barış Akademisyenleri... Aşından, işinden edilen bilim emekçileri bu barışta sizin payınız yadsınamaz. Ebedi teşekkürlerimizi, şükranlarımızı kabul etmenizi diliyoruz” dedi. Ne diyeceksiniz? Zira sizler de çok şey yaşadınız…
Barış Akademisyenleri’nin maruz kaldığı hukuksuzluk aslında her geçen zaman derinleşiyor, yaygınlaşıyor ve kangrenleşiyor. Barış Akademisyenleri özgürlüklerinden edildiler, ayrımcılığa tabi tutuldular, adaletsizlik mağduru oldular. Üniversiteden uzaklaştırılan 415 Barış Akademisyeninin yaşadığı hukuksuzluk sarmalı derinleşti. Barış Akademisyenleri içerisinde büyük çoğunluğunun dosyası OHAL Komisyonu tarafından reddedildi. Mahkemelere beş yıl sonra başvurulmaya başlandı. Onların bir kısmı mahkeme tarafından reddedildi. Kazananlar ise ilgili üniversiteler tarafından istinaf yoluna gidilerek onlar da süründürülmeye başlandı ve devam ediyor. Şimdi bu yara dediğim gibi derin bir yara.
Buna karşın Kanun Hükmünde Kararname failleri, yani Barış Akademisyenlerini mağdur eden kişiler, aktörler, kendileri için aynı dönem beş yasa çıkardılar. 2016’daki OHAL döneminde karar alan, kararları uygulayanlar siyasal, cezai, idari, mali ve hukuki sorumsuzluk zırhına kavuşturdular kendilerini.
Bir yanda Barış Akademisyenleri özgürlüksüzlük, eşitsizlik, adaletsizlik sarmalında debelenirken, diğerleri ise ömür boyu kendilerini sorumsuzlukla büyüttüler. Bu antagonizma, bu çelişki, bu büyük tezat mutlaka dillendirilmeli. Sayın Önder sağ olsun her zaman o duyarlılığını dile getirmiştir. Ama bu yönünü de mutlaka dile getirmek gerekir.
Ben de 7 Şubat 2017’de, 686 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname mağduruyum. O dönem AKP'li birçok kurmay beni aradı. Mustafa Şentop’tan Ahmet İyimaya’ya kadar.
- Sizi aradıklarında ne dediler ?
“Sizden terörist olmaz, bu nasıl olur, bu kadarı haksızlık” dediler. O dönem Cemil Çicek’e şunu söylemiştim. Birini kurşunlarsanız öldürürsünüz dedim. Yetmez boynuna bir ip takarsınız, cesedi süründürürsünüz yerde, hızınızı alamazsınız ve süründürdüğünüz cesedi arkadan tekmelersiniz. Bu yapılanlar bunu andırıyor dedim. Hiçbir şey diyemedi. Haklısınız der gibi…
Gencecik meslektaşlarımın hayatları karartıldı aileleriyle birlikte. Bu bakımdan bu dünya tarihinde de bir ilktir. TBMM kürsüsünde bir seferinde 5 bin 500 akademisyenin atıldığını, yargısız infaza tabi tutulduğunu belirterek atılan bu kadar akademisyenden 20 Şırnak Üniversitesi’nin kurulabileceğini söylemiştim.
- Adı konulamayan ama barışa da kapı aralayabilir diye ümit edilen bir süreç var. Bedel ödeyen bir akademisyen olarak nasıl hissediyorsunuz?
15 Temmuz olunca bir anda, haliyle o iktidar içi hizip savaşının ortağından binlerce, on binlerce kişi ihraç edildi. Fakat onlar üzerinden, başından beri cemaatleri eleştiren benim gibiler hukuksuz bir biçimde yakıldı. Ben o dönem AKP'nin OHAL Komisyonu’nu gaz odası olarak nitelendirmiştim. Demokrat olan, geçmişinden emin olan, saydam olan kesimlere yüklenmeye başladılar. Meclis'te, bana bölücü falan diyenler, Barış Akademisyenlerini aşağılayıcı konuşmalar falan vekiller oldu MHP'den, AKP'den…
Bahçeli o dönem Anayasa Mahkemesi’ne HDP’yi kapatmazsan ben seni kapatırım demişti. Sayın Bahçeli’nin bugün konuşsun dediği kişi hükümlü ve herkesin terörist dediği örgütün başında olan kişi. Bunu öğrenince Selahattin Demirtaş'ın cezaevinde ne işi var, çıkmalı, mahkeme kararı var, derin çelişki var demiştim.
22 Ekim’den bu yana yaşadığımız derin çelişkiler ve rasyonalleşme süreci yaşanmadığı sürece bunları yorumlamak zor. Ankara’nın İmralı-Öcalan, Edirne-Demirtaş arasındaki antagonizması değil sadece, Ankara ile İstanbul uygulaması arasında… Ankara üç aydır İmralı'yı sürekli davet ediyor Ankara'ya. İstanbul ise nasıl bir sabaha uyanacağı konusunda hukuki güvenliğe sahip değil.
- Bütün bu çelişkilere rağmen bedel ödeyen bir insan olarak "Durumun buraya gelmesinde tuzum varsa ne mutlu bana" diyebiliyor musunuz?
Ben hep hukuku savundum, hep barışı savundum. İnsan hakları kuramcısı ve aynı zamanda bunun nasıl uygulanması gerektiğine uzunca bir zamandır kafa yoran bir kişi olarak, eğer bu aşamaya gelinmesinde bir katkım olduysa tabii ki. Bütün bu yorgunluğa, ödenen bedellere rağmen yaptıklarım, yazdıklarım, söylediklerim konusunda hiçbir zaman pişmanlık duymadım.
- Baro başkanı olarak siz ve yönetim kurulu “terör propagandası”, “yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” iddialarıyla yargılanacaksınız. 4 Mart'ta da hukuk davanız var. Anayasa hukukçusu olarak Türkiye'nin içinde bulunduğu hukuki atmosferi de düşünürsek o gün ne bekliyorsunuz? Görevden alınma kararı bekliyor musunuz?
Eğer yürürlükteki kurallara bakacak olursak 4 Mart'ta bir şey çıkmaz. Hatta bizim açıklamalarımız karşısında hakimin reddetmesi gerekiyor. Böyle bir dava olmaz. Bu bir kurgudur. Bu kurgusal dava aslında İbrahim Kaboğlu ve İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyelerine yönelik değil, İstanbul Barosu'nun tüzel kişiliğine, kişiliğine yönelen bir davadır. Ben 55 yıllık hukukçuyum. Böyle bir dava yalnızca Türkiye'de değil, dünya genelinde tasavvuru mümkün olmayan bir davadır. Çünkü barolar temelini Anayasa’nın ikinci maddesinden alıyor. Avukatlık Kanunu iki büyük görev veriyor barolara: İnsan haklarını korumak ve hukukun üstünlüğünü........
© T24
