Cumhuriyetin en zor eşiği
Diğer
19 Temmuz 2025
Hepimizin gündemi farklı gibi görünse de aslında ortak bir eşiğin kenarında duruyoruz. Kimimiz bu eşiği bir siyasal hesaplaşma olarak görüyor, kimimiz demokratikleşme umudu, kimimiz demokrasi ittifakına taş konulması, kimimiz de iç barışın bir fırsatı olarak. Ama adı nasıl konulursa konulsun, Türkiye belki de cumhuriyet tarihinin en önemli karar anlarından biriyle karşı karşıya: Kürt meselesinin silahların susmasıyla birlikte köklü bir çözüme kavuşma ihtimali!
1984’te başlayan ve günümüzde de farklı biçimlerde süregiden sonuncu Kürt isyanı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en sarsıcı ve belirleyici olaylarından biri. Yaklaşık kırk yıldır süren bu silahlı çatışma yalnızca insani ve toplumsal maliyetler yaratmakla kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin siyasal yapısını, güvenlik algısını, hukuk sistemini derinden etkiledi.
Bu nedenle bugünlerde konuşulmakta olan silah bırakma, yalnızca teknik bir “çözüm sürecini” değil, cumhuriyetin kuruluş paradigmasına dair esaslı bir tartışmanın kapısını aralıyor. Bu kapının ardında yalnızca barış değil; çok kimlikli bir yurttaşlık anlayışının yeniden tanımlanması da var gibi görünüyor.
Cumhuriyet, merkeziyetçi, üniter ve etno-kültürel anlamda Türk kimliğiyle özdeşleşmiş bir devlet formu üzerine inşa edildi. Nitekim 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde “Türkiye ahalisinden olan herkes dil ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık itibarıyla Türk’tür” denilmekteydi. Bu madde 1960 Anayasası’nın 54. maddesinde de özü itibariyle korunmuştu: “Türkiye vatandaşına, din ve ırk farkı gözetilmeksizin Türk denir.” Geliyoruz şimdiki anayasaya: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Demek ki hep birlikte Türk olduğumuz konusunda bütün anayasalarımız ittifak halinde. (1921 Anayasası kısa bir metindi ve vatandaşlık tanımı yapılmamıştı.) Lafın kısası, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık tanımı 1924 Anayasasından bu yana daima Türklükle özdeş.
Bu sözler, 8 Kasım 1983’te Mehmet Ali Birand ve Can Dündar’ın Show TV’de sunduğu “Çapraz Ateş” başlıklı tartışma programında Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş tarafından söylenmişti. Türkeş dışında programa katılanlar şimdiki DEM’in öncüllerinden Demokrasi Partisinin (DEP) milletvekili Orhan Doğan ile ANAP lideri ve dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’dı. Türkeş’in “tarihe geçen” bu sözleri Orhan Doğan’ın Türkiye halklarının çeşitliliğini belirtmek üzere kullandığı “Türkiye bir mozaiktir!” sözü üzerine söylenmişti. (Orhan Doğan’a epey sonra ne oldu dersiniz? 1994’te milletvekili dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklandı, Leyla Zana ve Hatip Dicle ile birlikte yargılandı ve onlarla birlikte on beş yıl hapse mahkûm edildi, hapiste on yıl kaldıktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargılamanın adil olmadığı yönündeki kararından sonra 2004’te tahliye edildi –o “güzel” günlerde Türkiye AİHM kararlarına uyuyordu.)
Türkiye ahalisinin etnik kimlik itibariyle “mermer gibi yekpare olduğu” anlayışı sadece hukuki metinlerle sınırlı kalan değil, devletin tüm kurum ve uygulamalarına da yön veren bir saptamaydı.
Bu “mermer toplum modeli” yakın zaman öncesine, Bahçeli’nin........
© T24
