menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Okurunu yazar yapan, "kuşkulu", "hiyerarşisiz" dergi: Şizofrengi'nin macerası

18 10
08.07.2025

Diğer

08 Temmuz 2025

Psikiyatrist Fatih Altınöz

1990’lı yıllar, Türkiye toplumunun ithal edilen yeni yaşam biçimleriyle tanıştığı; medya, kültür ve psikoloji alanında çeşitli kırılmaların yaşandığı bir geçiş dönemiydi. Coşkuyla sahiplenilen bu yeni fikirlerin, toplumsal hafızada neye evrileceği tam olarak bilinmiyordu.

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde görev yapan bir grup genç psikiyatristin yayımladığı Şizofrengi, ilk bakışta meslek içi bir yayına benziyordu. Dergi, kısa sürede, klasik psikiyatri anlayışına, mesleki hiyerarşilere ve anlatı hakkının hastalara verilmemesine karşı çıkan alternatif bir yayıncılık dili geliştirdi.

Kuruculardan psikiyatr Fatih Altınöz, dergiyi şöyle tanımlıyor: “İçinde doktor, hasta, hasta yakını, hemşire, hastabakıcı, deli, divane kimin kim olduğu bilinmeyen bir şekilde hiyerarşisiz olarak tasarladık.”

Fotokopiyle basılan ilk sayısından itibaren Şizofrengi, yalnızca psikiyatri içi bir ses değil, edebiyat, sinema, politika ve bilim felsefesi gibi alanlarda da söz almak isteyen çoklu bir anlatıya dönüştü.

Bugün internete yüklenen tüm sayılarıyla hâlâ okunan bir dergi olan Şizofrengi, içerdiği metinleri, biçimi, dili ve tavrıyla da Türkiye’de bağımsız yayıncılığın ayrıksı örneklerinden biri sayılıyor. Sloganı olan “Bütünüyle kuşkudayız”, zamanla birçok okur için şu anlama dönüştü: Bütünüyle yalnız
değiliz.

- 90’lar bazı açılardan müthişti. Şizofrengi ile tanışmam da o yılların armağanı. İlk okuduğumda sarsıldığımı anımsıyorum. Daha önce hiç böyle bir şeye denk gelmemiştim. Nasıl kuruldu Şizofrengi?

Öncelikle çok teşekkürler. Kuruluşla ilgili olarak anlatacaklarım biraz otobiyografik. Tıbbın Psikiyatri ve Halk Sağlığı dışında hiçbir alanına uygun biri değildim. Psikiyatride de dünya görüşüm dolayımıyla toplumsal psikiyatriydi ilgi alanım daha ilk andan itibaren. Orada ilerlemek de klinik eğitim aşamasından geçmeden yani ihtisasa girmeden olmuyor. İhtisas imtihanı sonucu Bakırköy’de göreve başladım. Başladığım servisin yöneticisinin psikiyatriye bakışı aşağı yukarı bütün hastaneye yayılmıştı. Ruhsal rahatsızlıkların teorik olarak tanımlayıcılıkla sınırlı olduğu, bütün ard alanın tamamen biyolojik gerekçelerle açıklandığı ve ABD’deki literatürden yapılan çevirilerle ithal edilen içinde hiçbir özgün bakış açısı barındırmayan kupkuru, pozitivist bir anlayıştı bu kısaca anlatmak gerekirse. Bu teorik yaklaşımın pratik görünümü ise çok daha rahatsız ediciydi, özellikle ihtisas yaptığım serviste. Ciddi psikiyatrik rahatsızlık yaşayanların görüşlerine, varoluşlarına hiç kıymet verilmeyen bir ortamdı, tedaviyle ilgili bazı uygulamalar son derece keyfi ve asgari hekimlik vicdanıyla hareket etmeye gayret eden biri için bile kabul edilemezdi, diyeyim daha fazla ayrıntıya girmeden. Toplumsal alanla ilgim hastanede asistan temsilciliğinin yanı sıra hemşire ve hasta bakıcılarla oluşturduğumuz hastane konseyi, bütün ülkedeki psikiyatri asistan hareketi, hekimlik mesleği düzeyinde İstanbul Tabip Odası’ndaki faaliyetler ve bilimsel olarak da özellikle dışlanmış kesimlerin yaşadığı ruhsal sorunlarda yoğunlaşıyordu başlangıç yıllarında. Asistanlığımın son yılında şizofreni ve benzeri ruhsal rahatsızlıklar temelinde tek bir alana yöneldim. Hastanenin alışılagelmiş ‘hasta ve hastalık’ yaklaşımını benimsemiyordum ve bu nedenle hemen her bilimsel ortamda kıdemli uzmanlarla korakor bir tartışma yaşanıyordu aramızda. Bu süreçte 1991’in sonlarında bir yayın yapmaya ve bu yayınla bir çığlık atarak psikiyatriye bakışı benzer kişilere ulaşmaya karar vererek, fikri öncelikle o zamanki iki yakın arkadaşıma açtım.

- Şizofrengi ismi nasıl ortaya çıktı? Ve derginin işleyişi ve içeriği nasıl tasarlandı?

Şizofrengi, şizofreninin çok yanlış ve anormal önyargılı kullanımına karşı dilimde döndürüp durduğum panzehir niteliğinde bir isimdi. Mesleğin her anında hiyerarşiden ve hayatın her anında da üstenci, büyüklenmeci tavırlardan hazzetmediğimiz için dergiyi içinde doktor, hasta, hasta yakını, hemşire, hastabakıcı, deli, divane kimin kim olduğu belli olmayan bir şekilde hiyerarşisiz olarak tasarladık. Yazılar ağırlıklı olarak rumuzlu ya da müstear isimlerle olacaktı. Psikiyatriyle ilgili ya da ilgisiz herkesin bu konuda söyleyecek sözü olduğuna ve bu sözlerin hepsinin anlamlı olduğuna inanıyor, ama bunları söyleyecek bir yerleri olmadığını görüyorduk. Onlara eşit biçimde söz hakkı tanıyan bir düşünce platformu olmalıydı. Psikiyatri dışında ilgi duyduğumuz edebiyat, sinema, müzik, politika, bilim felsefesi gibi alanlara da dergide yer vermeye karar verdik. Kimseye şirin görünmek, yaranmak ya da
‘ulu’ birtakım şahıslardan icazet almak gibi bir derdimiz yoktu. Derginin özgün olmasını sağlayan en önemli özelliklerinden biri buydu. Bir rahle-i tedristen geçerken sivri uçları küntleştirilmemiş, doğaçlama bir yayıncılık. Zaten hedefimiz de çok mütevazıydı. Daha önce........

© T24