Işın Görmüş: Elle Türkiye hiçbir zaman güzelliğin sergilendiği vitrin olmadı, gazetecilik disiplinimle modanın hafifliğini dengelemeye çalıştım
Diğer
14 Temmuz 2025
Dergicilik tarihi, uzun süre erkekler tarafından hazırlanan kadın dergileriyle şekillendi. Kadına hangi rolü oynaması gerektiğini hatırlatan bu dergiler, evi kadının tek varoluş alanı olarak kutsuyordu. Haksızlık etmeyelim, elbette kadınların başarılarına da yer veriliyordu ama “şık yemek tarifleri” eşliğinde.
Neyse ki 1960’lı yıllarda dünyada esen özgürlük rüzgarları, kadınların sesini daha gür çıkarabildiği yeni bir dönemin kapısını araladı. Türkiye bu rüzgarlar ise biraz daha gecikmeli esti. Kadınlara yönelik dergi yayıncılığında ilk kırılma 1970’lerde yaşandı.
Sonra 1980’lerde, bu kırılma daha da belirginleşti. Permalı saçlar, mor iğneler ve cesur cümlelerle örülü bir dönem başladı. Kadın bedeni, arzusu ve hafızası dergilerin sayfalarında yeniden tanımlandı. Doğum kontrolü, şiddet, eşit ücret talebi, kamusal görünürlük gibi konular da dergilerin parçası haline geldi. Elbette daha politik içeriklere sahip yayınlar da mevcuttu ama onların hikayeleri için Devlet Güvenlik Mahkemesi arşivlerine ayrıca bakmak gerekiyor.
1999 yılında Türkiye’ye gelen Fransız Elle dergisi ise o güne dek var olan ezberi bozacak bir yol izledi. Derginin yayın yönetmenliği için yürütülen seçim sürecinde, Fransız ekip tarafından pek çok aday arasından 27 yaşındaki Işın Görmüş seçildi. Bu genç bir editörün başarı hikayesi olmasının yanında kadın dergiciliğinin yönünü değiştiren bir hamleydi.
Görmüş, kısa sürede Elle Türkiye’yi yalnızca stil ve güzellik sunan bir dergi olmaktan çıkarıp; düşünmeye, dönüşmeye ve cesaret etmeye çağıran bir platforma dönüştürdü. Kadınların göründüğü ve aynı zamanda anlatıcı oldukları sayfalar hazırladı. Onun editoryal yaklaşımı estetiği dış görünüşle sınırlamayan, hayatın içindeki zarafeti, gücü ve kırılganlığı birlikte taşıyan bir bakışa dayanıyordu.
Çünkü Işın Görmüş’e göre asıl mesele, güzel görünmekten ziyade kadın olmanın keyfini çıkarabilmekte.
Türkiye’de Elle dergisinin başına 27 yaşında geçtin. Bugün hala seninle anılan bu “en genç yayın yönetmeni” unvanı ne ifade ediyor? O yaşta bu kadar büyük bir sorumluluğu taşımak hayatını nasıl şekillendirdi?
Elle Türkiye için yazı işleri müdürü pozisyonuna aday olduğumda 27 yaşındaydım. 1998’in kasım ayında, Fransa’dan gelen Alain Deroche’la iki saat süren ve bitmeyecek sandığım bir iş görüşmesi yaptım. Çıktığımda beni oraya çağıran Neslihan Tokcan’a, “Beni sevmedi, çok tartıştık. Siz beni unutun” dedim ve gözümde bir damla yaşla eve döndüm. Cep telefonum yoktu o zamanlar; eve vardığımda ev telefonu çaldı, Neslihan Hanım’ın sesi: “Tebrik ediyorum, Alain yayın yönetmeni olmanı istiyor.” Hayatımın en mutlu birkaç anından biridir.
O ana gelene dek dergilerle ilişkin nasıldı?
Çocukken sıkı bir dergi okuruydum. “Bilinmeyen” diye bir popüler bilim dergisi vardı. Bakkal bana mutlaka bir tane ayırırdı. “Zamanın bilinmeyen yüzü”, “Uzayın derinlikleri” gibi başlıklar altında merakımı kışkırtan ne varsa oradaydı. Babam o dergileri ciltlettirip saklamıştı. Gençliğim müzik, edebiyat ve moda dergileri okuyarak geçti.
İlk gazetecilik deneyimin nerde başladı?
Üniversite sonrası Aktüel’de başladım, sonra Gazete Pazar, Kanal D derken, 27 yaşında kendimi Elle’in yayın yönetmeni koltuğunda buldum. Genç yaşta böyle büyük bir sorumluluğu üstlenmek elbette korkutucuydu ama korkunun arkasından gelen şey öğrenme ve büyüme oldu. Elle’in büyük organizasyon yapısı içinde olağanüstü yeteneklerle çalışmak, yalnızca mesleki değil, entelektüel olarak da beni geliştirdi. En büyük şansım, işimin bana hem dünyaya açılan bir pencere hem de derin bir içgörü alanı sunması oldu.
Kadın dergiciliğinde moda, makyaj, ilişkiler gibi klişeler hep tekrar eder. Sen bu çemberi kırdın. İçerikte, dilde ya da tavırda özellikle neyi dönüştürdün?
Elle’in........
© T24
