menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Siyaset ve savaş

17 1
26.06.2025

Diğer

26 Haziran 2025

Konuşarak anlaşamazsanız geriye kavga dövüş, yumruk kalıyor. Bu, kişiler arasındaki ilişkilerde de ülke siyasetinde de şirketler arası rekabette de cinayetlerde de böyle. Konuşma kültürü, az okuyan ve kelime haznesi, kendini ifade etme yeteneği sınırlı olan toplumlarda ve topluluklarda kavganın, cinayetlerin daha fazla olduğunu görmüyor muyuz? Yoksa konuşarak anlaşma imkânı, gücü olan taraflar neden kaba kuvvete başvursun? Hele savaşta kazananın silah ve cephane tüccarı olduğunu, uzatılmış kavganın ise hiç kazananı olmadığını söyleyen Conficus’a hatırlarsak. Bunun en yeni örneği, ülkemizde süregelen siyasi kavganın kimseye bir şey kazandırmadığıdır.

Siyasette de aynı durum yok mu? Siyaset sorunları, anlaşmazlıkları kavga etmeden halletmenin nihai yolu. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde, rakibiyle ülke yönetimindeki anlaşmazlığını konuşarak halledemeyen iktidarlar için başvurulacak siyaset yolu seçim. Bunun sonuçlarından çekinen, kaybedeceğini hesaplayan liderler, kavga yolunu seçiyor.

Bazen bu kavga, Rusya’da, Güney Amerika’da, hatta ABD’de rakibi ortadan kaldırmaya kadar gidiyor. Daha yumuşak ama yine demokrasi dışına çıkan uygulamalarda rakip sözde hukuk yoluyla siyaset dışına itiliyor. Bunun örnekleri de Asya’da ve son dönemde ülkemizde görülüyor.

Uluslararası ihtilaflar aynı yöntemlerle çözülüyor. Bunlar bazen ülke yönetiminde bazı ülkelerin kabul etmediği sistemleri önlemek için yapılan müdahaleler oluyor. Kore savaşı, Vietnam, Afganistan ve son olarak Irak-İran savaşıyla başlayan Ortadoğu’daki paylaşım savaşı bunun örnekleri.

Kore savaşı hala bitmedi, araya tekrar müzakereler, yani siyaset girdi. Bu savaş sayesinde Türkiye Kuzey Atlantik Paktı üyesi oldu. Bunun Türkiye için iyi mi, kötü mü olduğu hala tartışılan bir konudur. İyi olduğu tezini destekleyen bir unsur, ilginç olarak, 1950’li yıllarda Sovyetler Birliğinin yöneten Jozef Stalin’in siyaset yolunu daraltmasıdır. J. Stalin’in Türkiye’nin Boğazlar ve Doğu sınırları üzerindeki egemenlik haklarını sorgulamaya başlaması, o günkü Türkiye yönetiminin kendi siyaset cephanesini NATO ile güçlendirmesine yol açmıştır. Türkiye böylece benzetme yerindeyse, elindeki kartları NATO kartları ile desteklemişir. Bunun elbette maliyetleri olmuştur, ama karşılığında sağladığı kazanç, Sovyetler Birliği’nin izleyebileceği siyasete karşı elde ettiği güvence olmuştur. Bunun dünya genelinde uzun vadeli muhasebesini yapmak gerekse, ben faturayı J. Stalin’e kesmekten yanayım. O Boğazlar ve Doğu Anadolu’ya ilişkin ve olmayacak saçma kabadayı heveslerini dillendirmeseydi, herhalde çok şey değişirdi.

İsrail 1917 yılında İngiliz Hükümetinin yayınladığı Balfour deklarasyonunun, Osmanlı İmparatorluğu toprağı ve Filistinli........

© T24