Koşuşturma
Bazen insan günün içine öyle hızlı giriyor ki, daha ilk adımda kendi gölgesini bile geride bırakıyor. Sabahın serinliğinde açılan bir kapı, aceleyle içilen bir yudum çay, hızlıca kurulan cümleler, yarım kalan düşünceler… Daha güne başlamadan gün bizi başlamış gibi.
Koşuşturma dediğimiz şey belki de budur: Kendimizi bile beklemeyen bir hızın içinde savrulmak.
Bazen düşünüyorum, acele ettiğimiz şey gerçekten nereye varıyor?
Bitmeyen işler, yetişilmesi gereken insanlar, cevaplanması gereken mesajlar, verilen sözler, tutulamayan sözler… Her gün yeni bir liste, her gün yeni bir telaş.
Bir fotoğrafçı olarak yıllardır ışığı kovalarım; ama asıl kovalanan şeyin ben olduğumu fark ettiğim zamanlar çok oldu. Şuramda bir yerde, sanki görünmeyen bir el “Hadi Mustafa, daha çok iş var,” diye dürtüyor. Ve ben, çoğu gün o sesi susturmaya çalışmadan, ona inanarak koşuyorum. Çünkü bu dünya zamana yetişemeyenleri affetmiyor gibi öğretildi bize.
Ama belki de en büyük yanılgımız bu.
Koşuşturmanın içinde yürürken bazen bir bank üzerinde oturan yaşlı bir adam görüyorum. Öylece duruyor. Hiçbir yere yetişme derdi yokmuş gibi. O an içimden bir ses bana “Asıl hız bu değil, asıl hayat burada,” diyor.
Biz ise nefes nefese, kendi içimize bile geç kalıyoruz.
Bir gün, bir öğrencim bana “Hocam nasıl bu kadar çok şeye yetişiyorsunuz?” diye sormuştu. Yetişmiyorum aslında. Hatta........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Joshua Schultheis
Rachel Marsden