menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yeni-despotizmin devleti

45 23
02.09.2025

Dünyada yeni-despotizmin yükseliş dönemi yaşanıyor. Buna neo-faşist rüzgarların güçlenmesi de diyebiliriz. Sermaye birikim süreçlerinde tıkanma belirtilerinin ulusal/uluslararası düzlemlerde aşılabilmesi için daha fazla devlet kontrolüne ve şiddetine başvurulduğu, emperyalizmin hegemon gücünün -kendi göreli gerilemesini telafi etmek üzere- kapitalizmin uluslararası kurallarını iyice aşındırdığı ve kendi kurallarını dayattığı bir zaman diliminden geçilmektedir.

Böyle bir ortamda, uluslararası ekonomik ilişkilerin yapısını değiştirecek dış müdahalelerin gerek hegemon devletler (Trump ABD’si) gerek uluslararası şirketler üzerinden artması; sermayenin, kâr hadlerini korumak ve üretim/dağıtımdaki faaliyetlerini genişleyerek sürdürmek önündeki engelleri ayıklamak/yeniden yapılandırmak üzere emeğin ücret ve diğer haklarını daha fazla baskılaması, bunların hepsinin de daha fazla devlet müdahalesini, devlet kurumlarının yapısal dönüşümünü ve devlet şiddetini çağırması; dünyanın dört bir köşesinde savaş tamtamlarının daha fazla duyulması, ABD’de “Savunma Bakanlığı”nın adının tekrar “Savaş Bakanlığı’na dönüştürülmesi hazırlıklarının yapılıyor olması, askeri güç ilişkilerinin her türlü savaş hukuku normlarının dışına taşırılması, nükleer savaş risklerinin “Soğuk Savaş” döneminde olmadığı kadar büyümesi gibi yakın geleceği tehdit eden riskler çoğalmaktadır. Hepsini kesen asıl en önemli gelişme, birçok ülkede yeni-despotik bir devlet yapılanmasının şekillenmekte olmasıdır.

Türkiye bu yola en erken girenlerdendir. Türkiye’nin özelliği, neredeyse çeyrek yüzyıldır sermayenin güdümünde hızlı ve sürekli bir kurumsal dönüştürme içine sokulması ve dönüşümün siyasal İslamcı bir nitelik taşımakta oluşudur. Elbette ABD ile kıyaslandığında benzerlikler yanında farklılıklar da öne çıkmaktadır. ABD’de birinci Trump döneminde (2016-2020) başlayan despotik dönüştürme hamleleri, ikinci Trump döneminde çok daha hazırlıklı, sistemli ve kararlı bir biçimde sürdürülmektedir. Yargıyı, kolluğu ve kurumları iktidar partisinin sultasına almak bakımından Erdoğan iktidarı kuşkusuz çok daha fazla yol kat etmiştir. Üstelik bunu yaparken başta ABD olmak üzere Batı emperyalizminin sağ ve “sol” etiketli iktidarlarından destek almış, içerdeki hukuk-dışı aşırılıkları görmezden gelinmiştir; emperyalizm, bunun karşılığında Türkiye’nin Batı çıkarlarının güdümünde kalmasını ve kimi stratejik çıkarlarından ödünler vermesini sağlama almıştır.

ABD’de Trump despotizmi henüz şekillenme döneminde olabilir; ancak ABD’nin dünyanın en büyük askeri gücü olduğu, ekonomik büyüklük bakımdan da dünyanın birinci veya Satın Alma Gücü Paritesi bakımından ikinci gücü olduğu gerçeğini dikkate almak gerekir. Bu bakımdan ABD’deki dönüşümlerin tüm dünyayı etkileme gücü, Türkiye gibi bir çevre ülkesinin etki gücüyle kıyaslanamaz. Üstelik yeni ABD yönetimi, kendisine mevcut ittifak sistemi içinde kafa tutabilecek/hatta ses yükseltebilecek bir gücün olmadığının farkındalığıyla, ulusları regülasyonları yok sayma veya kendi lehine bükme çabalarını arttırmış, bu ittifak sisteminin ağası rolünü çok daha kaba ve aşağılayıcı yöntemlerle uygulamaya sokabilmiştir. (Trump’ın AB “liderlerini” makam masasının karşısındaki “arz koltuklarında” menemen testisi gibi sıralaması az-buz iş değildir). ABD, uluslararası düzlemde göreli güç kaybına rağmen “Pax Americana” döneminin sürdüğünü yani barışın veya savaşın koşullarının ABD’den sorulacağını kanıtlamaya çalışmaktadır. Trump’ın özel ihtirasları da buna eklenmektedir.

İç politikada ise Trump yönetimi, kurumları neo-faşist bir yapılanma doğrultusunda köklü değişikliklere zorlamaya; yargıyı,........

© soL