Meksika Yazıları 2: Meksika Devrimi’nden dersler
Meksika bir devrim coğrafyası olarak bilinir. Nasıl olmasın, önce Atlantik’den gelen hiç bilinmeyen bir kültür tarafından işgal edilmiş, sonra zengin topraklarına ve kaynaklarına göz dikilmiş ve emperyalizmin tepe ülkesi olan ABD’nin sınır komşusu olarak yaşamını sürdürmüş, çok büyük toplumsal eşitsizlikler ve çelişkiler oluşmuştur.
Geçen hafta Aztekler üzerine İspanyol feodalizminin çöreklenmesinden bahsetmiştik. İspanyollar 1521’de Aztek devlet mekanizmasını yenerler, ancak farklı diller konuşan Meksika halkı 200 yıl boyunca işgalcilerin vahşetine ve Katolikliğin asimilasyon için kullanılması rağmen direnir.
Yeniden harmanlanan Meksika halkı bu sefer İspanyol Krallığı’na karşı Fransız Devrimi’nin rüzgarını da arkasına alarak ayaklanır ve Meksika 1821’de bağımsızlığını kazanır. Ancak Meksika halkının çilesi bitmez, önce ABD-Meksika savaşı, sonra Fransız işgali yaşanır. Bu döneme haftaya Meksika-ABD ilişkilerine değinirken daha fazla göz atma şansımız olacak.
Şimdi iç savaş aşaması 1910-1920 arasında gerçekleşen, ancak etkileri onlarca yıl devam eden Meksika Devrimi’ne köşe yazısının izin verdiği kadar bakalım. Önce 1877’den 1910’a kadar 30 yıldan fazla süren Porfirio Diaz dönemini ana hatlarıyla kavramak gerekiyor.
Tabii ki koşullar farklı ve yüzeysel benzerlikler üzerinden gitmek karşılaştırmalı tarih anlamına gelmez, yine de insan bu 30 yıllık iktidarı AKP’nin uzayan iktidarına benzetmeden duramıyor.
Diaz’ın başkanlık döneminde Meksika’da kapitalizm ve para ekonomisi canlanır, kentler büyür, demiryolu uzar, öte yandan ulusal zenginlikler başta petrol olmak üzere yabancı şirketlerin eline geçer. Meksika 1911’de dünyanın üçüncü en büyük petrol üreticisi haline gelir.
Aynı zamanda bu dönem toprağın az sayıda ailenin elinde toplandığı bir icraata sahne olur. Diaz’a yakın sayılı ailenin oluşturduğu oligarşi yerel valiler ve yargı mensupları aracılığıyla yağmacı bir diktatörlük rejimi kurarlar. Toplumun ’ini oluşturan köylüler sürekli olarak bu kapitalist çiftçi olarak tanımlanabilecek kesime karşı saklanmayan bir adaletsizlikle toprak kaybederler. 1910’a gelindiğinde işlenebilir toprakların ’si 385 ailenin elinde toplanmıştır. Halkın istediği hiçbir şey olmaz ve sürekli aşağılanır. Ne kırsalda köylülerin ne kentlerde giderek büyüyen işçi sınıfının ne de giderek daha eğitimli hale gelen ama sürekli burnu sürtülen, en küçük baş kaldırmada........
© soL
