Hepsi Roman mı?
Yaz sıcak, çok sıcak. Sarı sıcağı boca ederken üstümüze küresel ısınma ile harmanlanmış yangınlar, nasılsa elektrik şirketleri sessiz sedasız temize çekildi. Sağlı sollu “gündem” gülleleri altında sersemledik. Takip etmekte zorlandığımız ancak bir bütünün türevleri şeklinde uzanıp giden siyaset arenasını aralayıp edebiyata, insana kürek çekmek istiyorum. Çünkü pek çok alanda olduğu gibi edebiyat alanında da unuttuğumuz ezberler var nicedir. Ezberler dediysem peşin hükümler değil sözünü ettiğim tam tersine ilkeler, hassasiyetler, hakikatler ve eteğimizde bunca zaman iyi edebiyat için, iyi edebiyat adına biriktirdiğimiz taşlar.
Yazma işi, hep söylediğim gibi önce kendi kendimle konuşma ve bir anlam arama uğraşı benim için. Sonra ise kendimce ulaştığım sonuçları sizlerle paylaşma, düşündüklerimi sizin görüşlerinize sunma ve sizinle söyleşme arzusu. Bu yazı aslında yaklaşık bir aydır kafamın içinde evirip çevirdiğim başlıkların biraz gecikerek de olsa paylaşılması ey sevgili okur seninle. Elimde üç kitap var. Aslına bakarsanız çok kitap içinden damıtılanlar var aklımda ancak bütün söylenecekler bir çırpıda ifade edilince anlam erozyonuna uğrayabilir diye endişeliyim.
Dediğim gibi Seray Şahiner’in “Vatan Millet Samatya” sı (2025), Figen Şakacı’nın “Pala Hayriye” si (2014), Orhan Veli’nin “Hoşgör Köftecisi” (Bunun ilk basımı 2012-son 18. baskısı 2025 ancak elbette öyküler 1947-50 arası Orhan Veli’nin çeşitli yayınlarda çıkan öykülerinin derlemesi).
Nereden başlayayım, şöyle: Seray Şahiner son dönemin ödüllü, popüler yazarları içinde neredeyse en fazla öne çıkanlardan biri. Günceli kekeme şekilde, kesinlikle benden kaynaklı bir zaaf olarak, takip ederken “Ülker Abla” romanı ile ilk kez okumuştum yazarı. Burada da yazdığım üzere beğenmiş, okunması için önermiştim. Ülker Abla karakteri, kadın ve işçi kıyımına doğru dört nala koştuğumuz ülkemizde şiddet sarmalından çıkmak isteyen yoksul ve dayanaksız bir kadının hayata tutunma çabasını keskin bir mizahi dille anlatıyordu. Bu dile ve kurguya inanılmaz bir mekân eşlik ediyordu: önce acil servisi olmak üzere hastane. Canına kasteden bir kocadan kaçan şiddet mağduru bir kadının hem izini kaybettirme hem de namusuna halel gelmeden yaşama yeri ne olur sorusuna muhteşem bir yanıt olarak hastane. Ülker Abla da hastanede başta görünmez ve kimliksiz olarak sonra tırnaklarıyla tutunup yaşamı söküp alarak hastanede yaşamaya başlamıştı. Tempo roman boyunca düşmüyor, “Şimdi ne olacak?” sorusu okuru kitaba mıhlıyordu. Bayıldım. Evet. Evet de kalbime kıymık gibi batan tanımadığım bir duyguyu ve bir tereddüt de bıraktı roman. Bir ağırlık verdi. Evet iyiydi, yaratıcıydı, süperdi, ironikti,........
© soL
