menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Canavarlar

16 1
20.04.2025

Odaklanma sorunu var artık bugünün insanında. Kendimden biliyorum. Çocuklar için sıkça söyleniyor. Çocuklar torba gibi ebeveynleri tarafından o kurs senin bu kurs benim oraya buraya taşınırken hâliyle nesneleşiyorlar zaten günümüzde teknolojinin geldiği boyutla uyaran çok fazla… İşte odak kayboluyor, merkezler silikleşiyor, her şey bir sis perdesinin ardında, hayat ise koşuşturmaktan öte bir anlam taşımıyor; anlam, derinlik derin bir kuyuda uykuya yatmış. Çocuklar için söylediğimiz biz yetişkinler için de geçerli. Çok fazla haber var, çok fazla uğraşılacak mesele, çok fazla hak mücadelesi ihtiyacı, çok fazla politika, çok fazla sorun, çok fazla kovalamaca. Hâl böyle olunca odak dağınıklığı her şeye yansıyor. Şark’a gitmeyi hayal ederken Şark’ı yazmayı planlarken bir kule vincinin tepesinde buluyorum kendimi.

Aslında bir şeyleri yalnızca odaklanınca üretebiliyoruz. Bu düşünce için de böyle el işçiliği, zanaat için de. Sabır gerekiyor. Bazen ise iğne ile kuyu kazmak gibi tekrar tekrar, sabırla, vazgeçmeden… Sanatsal üretim bir odaklanmadır. Ânda durmadır, derinleşip incelmedir. Aslında tüm hissedişler, tüm sezişler, insanın kendine ve dünyaya dair bir tasavvuru olması, durmayı beklemeyi, dinlemeyi gerektirir. Goya “Aklın uykusu canavarlar yaratır.” demiş bir gravüründe. Murat Akgöz’ün ilk öykü kitabı “Canavar”da gönderme var bu gravüre: Aklın uykusu canavarlar yaratır. Aklın uykusu canavarlar yaratır. Aklın uykusu canavarlar yaratır… İçimden söyleyip durdum bu cümleyi. Bazen Leyla Erbil’in gorgolarına gittim, bazen Bilge Karasu’nun “Gece”sine, bazen de bir tekerlemeye: Dunganga dunganga toplarmış çocukları, katarmış sepetine…

Sevgili Murat, bu kez de sen gönlümü çeldin kitabınla… Odaklanma planlarımı altüst ettin. Hemen bakalım. Nereye mi? Arka kapağa “Alelade bir şubat sabahında işe gidiş saatlerinde, İstanbul’un sekiz ayrı köşesinden, sekiz ayrı kişinin hikâyesi. Akıp giden hayatın bir anında sekiz ayrı insan.” Sekiz insan, sekiz hikâye… “Efenim ama artık gerçekçi hikâye anlatmak demode oldu.” ya da şöyle diyeyim olay hikâyeleri hele hele fantastik değilse, kör göze parmaksa, kedilere öğretir gibi anlatıyorsa yazar tek tek ve kurallı cümlelerle insanı boğuyorsa… diye düşünürüm kimi zaman. Çünkü öyle hızla akıp giden bir hayat var ki artık başka bir dile sarılmak, başka bir dili sınamak başka türlü bir hikâye anlatmak gerekir. Bu doğru bir saptama olabilir kimi örnekler için. Ancak ne anlatacağını iyi bilen, sarkıtmayan, sündürmeyen bir........

© soL