Rojava ile çözüm süreci arasında optimal bir nokta bulunabilir mi?
Türkiye’de ve Irak’ta plana göre ilerleyen Çözüm Süreci, Suriye’de yine bir krizle karşı karşıya.
Ama bu kriz çözüm süreciyle 10 yıllık ezberleri bozulan Türkiye’deki bazı televizyonların en iyi bildikleri savaş pozisyonuna geçmesini gerektirecek kadar çözülmez değil.
Çünkü krize neden olan Türkiye’de olanlar ya da verilen kararlar değil, sorun Suriye’de.
İsrail’in Suriye’yi istikrarsızlaştıran adımları ve tabii yeni bir devletin kuruluş sürecinde yaşanan çalkantılar, gerilimler Suriye’yi sarsıyor, SDG’nin aklını karıştırıyor ve doğal olarak çözüm sürecini de etkiliyor.
Tıkanmaya Türkiye’den en üst düzeyde iki tepki geldi.
Fidan ve Bahçeli’den.
İki tepkide de dil pedagojikti.
Türkiye medyasında hala “terör örgütü PKK-PYD-YPG” denen SDG’ye hem Bahçeli hem de Fidan “SDG” dediler ve çağrı yaptılar.
Bahçeli, daha sertti:
“Suriye’de SDG kisvesine bürünen YPG/PYD’nin 10 Mart 2025 mutabakatına hala riayet etmemesi, hem Şam yönetiminin hem de ülkemizin güvenliğini tehdit eden temas ve faaliyetlerini ara vermeden sürdürmesi tarihi bir yanlıştır.
Ve bu yanlıştan derhal dönülmeli, Paris’te yapılan görüşmelerde gündeme geldiği üzere 10 Mart mutabakatına harfiyen uyulmalıdır.
Terörsüz Türkiye’nin menziline adım adım yaklaşılırken YPG/PYD’nin süreci ağırdan alması, gelişmeleri sakatlama arayışı kabul edilemez bir çirkefliktir.
PKK’nın kurucu önderliği tarafından 27 Şubat’ta yapılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” örgütün tüm bileşen ve yapıları için bağlayıcı ve geçerlidir.
Milliyetçi Hareket Partisi için dikkate alınması gereken asıl çağrı bahse konu İmralı çağrısıdır. Hiç kimse suyu yokuşa akıtacağı zehabına kapılmamalıdır.”
Hakan Fidan, ABD Büyükelçisi’nin Suriye politikasını överken, SDG’yi uyardı:
“ABD’nin bölgede yapıcı bir rol oynadığını gördük. Sayın Trump’ın bölgeye gönderdiği ve ABD’nin Suriye Temsilcisi olarak atanan Tom Barrack, belli bir tarafsızlığı yansıtma gayretinde olan yeni bir yaklaşımın temsilcisi. Yıllardır beklediğimiz özgün bir vizyon. Biz bunu takdir ediyoruz. SDG’nin vakit kaybetmeden, gönüllük içerisinde merkezi hükümetle bir anlaşmaya varması, bu anlaşmanın harekete geçmesi için sahici ve aması olmayan adımlar atması, güvenlik için Türkiye’nin şahit tutulması önemli. Belli şeyleri bahane ederek bu ülkede silahlı yapıların varlığını devam etmesi kabul edilebilir değil. YPG’nin silah bırakmasını bekliyoruz. Tom Barrack’ın SDG’ye yönelik açıklaması yerinde bir çağrıdır. Biz Irak’taki PKK senaryosunu, Suriye’deki PKK senaryosunu tekrar tekrar yaşayıp ülkemizin, halkımızın gelecekteki 40 yılını önceki 40 yılı gibi yaşatmaya hakkımız yok.”
Bu iki açıklamanın zamanlaması da önemli.
İki mesaj da Paris’te Fransa Dışişleri Bakanı, ABD Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ve Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani arasındaki görüşmeden sonra geldi.
Anlaşılan bu zirveden bir sonuç çıkması beklendi.
Ama bu zirvede olması beklenen dördüncü isim son anda Paris’e gitmekten vazgeçti: SDG Komutanı Mazlum Kobani.
Zirveden Şam-SDG diyaloğuna destek ve 10 Mart mutabakatı üzerine yüzyüze görüşmelerin Paris’te yapılması kararı çıktı.
Zirveden sonra Macron, telefonla Şara’yı arayıp Suriye yönetimi- SDG görüşmelerinin ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün önemini belirten bir mesaj yayınladı.
Sonra da Erdoğan’la görüştü ve Türkçe tweet attı.
Türkiye’de bazı çevrelerin ezbere iddialarının aksine Ankara da bu zirveye destek veriyordu.
Bunu Devlet Bahçeli’nin Paris’e pozitif atıf yapan açıklamasından anlamak mümkün.
Ama Mazlum Kobani zirveye katılmayınca kriz patlak vermiş oldu.
Türkiye, her gün hakkında “ABD elçisidir, kesin bizim aleyhimize planları vardır” önyargılarıyla komplo teorileri üretilen, Türkiye lehine söyledikleri bile çarpıtılan, ABD’de İsrail lobisinin görevden almaya çalıştığı Tom Barrack’ın SDG-Şam diyalog perspektifini destekliyor.
Bunu Hakan Fidan’ın övgü cümlelerinden anlamak mümkün.
Peki, Kobani neden Paris’e gitmedi ve SDG ne istiyor?
Kamışlı’da Rudaw’a konuşan Rojava’nın dış ilişkiler sorumlusu İlham Ahmed bu pozisyonu iyi anlatmış.
Ahmed’in söyleşi sırasında arkasında SDG bayrağı ve yeni Suriye bayrağı vardı.
10 Mart’taki Şara-Kobani mutabakatından beri bütün Rojava bölgesinde resmi olarak iki bayrak kullanılıyor.
Yani Rojava bölgesi Şam’a isyan halinde değil, diyalog sürüyor.
Peki görüş ayrılıkları ne?
Ahmed’in röportajından önemli yerleri okuyalım:
“10 Mart anlaşmasında “entegrasyon” deniliyor. Yani SDG’nin de ordunun bir parçası olması gerekiyor. Böyle bir karar, bir anlaşma var.
Kendi adıyla mı kalacak?
Bu tartışmaya açık, müzakere konusu. Müzakereler başladığında, hangi yöntem modeli üzerinde anlaştıysak o esas alınacak. Öyle gelip “silahları teslim et” ya da “yanındaki bütün savaşçıları getir teslim et, hoşça kal, bitti gitti” demekle olmaz. Mesele böyle değil. Bahsettiğimiz entegrasyon, Şam yönetiminin buradaki halkın iradesini tanıması gerektiğidir. Güvenlik açısından, bu halk kendini nasıl koruyacak? Ya da Şam ile sorumluluğu ortaklaşa üstleneceğimiz bir yönteme nasıl ulaşacağız? Şam, buradaki bütün halkı Suriyeli olarak görmeli.
Toplantıda ortaya çıkan şu oldu; anladığımız kadarıyla, buradaki halk kurumlar içinde yer aldığında diyelim ki bugün kurumlar Özerk Yönetim’e........© Serbestiyet
