menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Diktatörün hevesi

14 4
26.10.2025

Geçen pazar “Ateşi arayan rüyalar” yazımda “tek isteği hayatı boyunca heykel yapmak olan” lâkin ölünceye kadar, 30 yıl akıl hastanesine kapatılan Camille Claudel’i yâd etmiştim. Devletten dönemin “sanat otoriteleri”ne, kendisinden 24 yaş büyük sevgilisi Rodin’den annesine hayatını zindan eden bir kuşatma.

Otoritenin ikliminde öyledir geceleri sanatın… Gücü eline geçiren o alana da “heves”lenir, hatta sanat otoritesi, yasakçı “küratör” kesilir ülkenin başına. Sonrası mâlûm. Sanat muhaliftir zira; “yeniden” yaratır. O kaba düzeni, otoriter yönetimi -iliğine kemiğine- yatırır masasına.

İktidardakiler gayet iyi bilirler ki şöyle bir toplanıp, birlikte, yüksek sesle şiirlerini, türkülerini okusalar, yüzü geleceğe bakan heykellerini meydanlara dikseler, “tablo”sunu duvarlara assalar… “Otorite”nin bir şiirlik, bir nağmelik, bir resimlik canı vardır destanlarda.

“Can çıksa da huy çıkmıyor”

Yaman mesele tabii. “Can çıksa da huy çıkmıyor”… Her türden, her ölçekte otoriter iktidarlarla demokrasi arasındaki farkın karartıldığı ülkelerde teşhisi bile tartışmalı. İktidarların gerçekler üzerindeki baskı ve kontrolü, devletlû bilgi merkezleri de “heyet”e dâhil çünkü. Keyfince yönlendiriyor. İnsanları nağmesine uygun yeniden bestelemesi, öyle beslemesi, eteğinde destelemesi de işten güçten…

Dünya çapında örneklerine, medya, yargı, hak hukuk, özgürlükler, demokrasi, onun ana göstergelerinden seçim, meclisindeki işleyiş, ekonomi, çevre, tarım, kentleşme gibi her alandaki “ipuçları”na bakıyorsun. Hem yelkenle, hem kürekle yürüttüğü kadırgasını ülkelere düğümleyen halatlarını görüyorsun… Çekirdekten “tamirci” yorumlara, “görmezden gelme”ye hâlâ müsait! Ardında “halk desteği” de mevcut, öyle ya da böyle “sessiz kabul” de.

Sanat direnenin sığınağı

Öyle iktidarları mihenge vururken sanata yaklaşımı elde var bir. Rengi hemen ortaya çıkıyor. Çoğu örnekte baskısı, müdahalesiyle “ilk icraatlar” arasında… Fondaki şarkısı -bozuk düzen- “Aşkın, sanatın kanununu yazsam yeniden /Kimi ümitleri yel alır gider”. Zira sanatın kitlelere değebilen, ulaşabilen yaratıcılığı, birleştiriciliği, iktidarın istemediği insanı, hayatı anlatması, resmetmesi, tasviri, “güzel”i hatırlatması tehdit.

Direnenin sığınağı… Bir tablo, önceki yazımda değindiğim gibi bir heykel, bir şarkı, “aykırı bir nota”, bir şiir, mizah, karikatür… Otoriter yönetimlerde baskıdan yasağa, yargıdan cezaevine bildik, tarihi bir süreç. Olmadı, “davasını güdüp” hayatını zindan ederler. Ki “dava” her anlamıyla otoritenin ekmeği…

Lâkin otoriter liderler sanatın imkânlarını da -ayıklaya ayıklaya- kullanıyor tabii. Davasına, “temel nota”larına, duvarlarına, idealindeki “ülke-kent mobilyaları”na uyanı pek seviyor bazısı… Hatta otoritesinin kesif, zorlu dönemlerinde sarılmaya, tutunmaya çalışıyor uygun dallarına. Hamaset dediğin kafiyeli, melodik, manzaralı, literatürde oksimoron misali duran kavramıyla “müşfik, hayırsever diktatör (benevolent dictator)” biraz da “sanat-sal” olmalı…

Evren’in sebeb-i telifi Picasso!

Sadece otoritesi değil “sanat”ı, sanata yaklaşımı, sanattan anladığı da başa dert. Bir bakıyorsun o “sanat”la ülkeyi donatmış! Bedeli inanılmazKenan Evren misal. “Misal”den öte esasında. Her yönüyle trajikomik ayrıca. Sanatla “vesikalık”ını kolajlasan kendinde kara mizah. Diktatör şakası gibi.

Onun resme dair vefasız, çapsız “sevda”sının, aydın, sanatçı düşmanlığı kronolojisine yamanan o ânî hevesinin miladında ise maalesef Picasso var. Demeye dilim varmıyor ama “sanat”ının sebeb-i telifi oralardan.

ABD gezisinde Picasso’nun eserlerini görünce başlıyor acı hikâyemiz. “Alıcı-arakçı” gözüyle inceliyor önce, sonra söyleniyor her mevzuda uzman gözlüğüyle: “Buraya bir siyah fırça vurmuş, yanına yuvarlak yapmış. Burada da bir siyah, aralar beyaz. Baktım, baktım, dedim ki, ben Türkiye’ye gittiğim zaman resme başlayacağım. Ben de yaparım bunu.” İşte bu kadar. Dilinden sonra elinde fırça, başlıyor netekim.

“Bunlar da resim mi!” turları

“Resmen” hikâyesi bundan ibaret değil tabii. Kimliğine uygun muharebeleriyle de ünlü. Gezdiği sergide gördüğü “nü tablo”yu öfkeyle kaldırtıyor. Bir başka sergideki kolajı “yırtık” diye beğenmiyor. Sergileri “Bunlar da resim mi!” nidasıyla dolaşırken ressam Orhan Taylan’ın Belediye İşhanı’nın duvarına resmettiği “Prometheus’un İnsanlara Ateşi Getirmesi Efsanesi” de alıyor o evrenden nasibini: “Üstünü boyayla kapatın…”

N’oluyor sonra? Arak resim boyuyor emekliliğinde… “Copy paste” kavramı dolaşımda değil henüz. Seçtiği boyama kitabı da mâlûmun îlâmı. (Bkz. “Yedi paşadan darbe şarkısı siparişi” yazım. Evren anılarında “gençken parası oldukça dans zevkini gidermek içinkonsomasyonlu bar’lara gittiğini” keyifle anlatıyor.)

Konuşan fotoğraftaki evren…

Röportajlarında bile “Asla nü yapmam” buyuruyor da, sonra Buz Pateni Şampiyonu Katarina Witt’in Playboy’a verdiği çırılçıplak pozunu,........

© Serbestiyet