menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bolluk devrinin sonunda öz-yeterliliği düşünmek

15 0
06.05.2025

Küresel tedârik zincirleri kırılıyor. Gümrük savaşları başladı. Ve jeopolitik gerilimler aşılmaz çelişkileri işâretliyor.

Tüm bu süreçler uzunca bir süredir algıda ve nispeten gerçeklikte kurgulanan “bolluk düzeni”nin sonuna geldiğimizi bize fısıldar cinsten.

Gerçekten de uluslararası tüm kurum ve kuruluşlarının (IMF, WEF, OECD, OXFAM, IPCC vb.) güncel raporlarında enflasyon tehdidinin keskinleştiği-keskinleşeceği, alım gücünün azaldığı-azalacağı ve borçlanmanın arttığı-artacağı vurgulanıyor. Dahası, küresel serveti elleri arasına alan yüzde 1’lik oranın daha da daraldığı, geriye kalan yüzde 99’un ise alabildiğine mülksüzleştiği ve hatta en basit, en temel ihtiyaçlara erişimde yadsınamaz sorunlar tecrübe ettiği mühürleniyor.

Şüphesiz ki sıradan insan bu dalgaların tamamını hanesinde ve akan günlük hayatının her şubesinde hâlihazırda zaten iliklerine kadar hissediyor.

En “zengin” ülkelerden, “gelişmekte” olanlara ve “az gelişmişlere” değin kapitalizmin bir çıkmazda olduğu ve burada debelendiği aşikâr.

Daha geçtiğimiz gün Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald J. Trump, kabine toplantısında çok yankılanan şu cümleleri sarf etti:

Belki çocukların 30 bebek oyuncağı olacağına 2 bebek oyuncağı olacak. Ve belki bu iki bebek oyuncak normalde tutacağından birkaç dolar daha fazla tutacak.

Bu “gelen”e dair bir psikolojik hazırlık aşamasının tezahürü değilse, nedir?

“Gelen” sırf ABD’ye gelmiyor tabii. Küresel plânda hepimiz için geliyor.

Üstelik iş “oyuncak bebek”lerle kalsa iyi. Son on yıllardır tüketim çılgınlığını tetiklemek, beslemek ve onu kökleşmiş bir “alışkanlık” hâline getirmek adına nakışlanan “ihtiyaç yanılsamaları”nın alacağı darbeyi düşünebiliyor musunuz?

“Yanılsama” deyip geçmemeli. Zaman içinde her biri alıştığımız “konfor” tasarımının işlevsel bir parçası oldu. Alışkanlığın ötesinde bir “bağımlılık” yaratıldı. Şimdi ise “yoksunluk”la sınanmanın eşiğindeyiz. Ve yoksunluğun “zihinlerde” sebep olacağı tahribatın kapsamını öngörmek çok zor.

Velhâsıl görünen o ki, dünya bir müddet yerlerde sürüklenecek.

Heyecanla müjdelenen “dijital devrim”in şafağında zaten “istatistikî veri” konumuna indirgenmiş olan sıradan insan ufukta beliren küresel çalkantıyla iyice sarsılacak, sarsılıyor.

“Sosyal durum”un – topyekûn insanlık açısından – dayanılmazlaşmasına ramak var.

Peki, bu salt kapitalist krizin teşhisi ve kritiğiyle “giderilebilir” bir sorun mu?

Doğrusu, sanmıyorum. Hakiki tıkanmanın daha üst, daha girift bir açılımı hâsıl.

Bence ışığı tutmamız gereken saha “Medeniyet”........

© Serbestiyet