Zamanın çöküşüyle yazmak: Krasznahorkai ve Düşüşün Estetiği
Macar yazar László Krasznahorkai, çağdaş Avrupa edebiyatının en özgün, en zorlu ama bir o kadar da
büyüleyici kalemlerinden biri. Edebiyat dünyasında uzun zamandır “yazarların yazarı” olarak bilinen
Krasznahorkai, deneysel dili, kıvrımlı anlatısı ve karanlık düşün dünyasıyla okurunu hem zihinsel hem
duygusal bir girdabın içine çeker. 1985’te yayımlanan Şeytan Tangosu ile başlayan edebi serüveni, yıllar
içinde yalnızca derinleşmiş, dünya düzenine, insanın kırılgan doğasına ve uygarlığın kaçınılmaz
çöküşüne dair büyük sorularla örülü bir külliyata dönüşmüştür.
2025 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Krasznahorkai için İsveç Akademisi şu cümlelerle
gerekçesini açıkladı: “Toplumsal düzenin kırılganlığını görme yeteneği ve illüzyondan arınmış bakış
açısıyla ortaya koyduğu güçlü anlatımı sayesinde, insanlık durumunu korkunun ve karamsarlığın
gölgesinde yeniden tasvir eden, sanatsal gücün teyidi niteliğinde bir külliyat ortaya koymuştur.
Kıyametvari terörün ortasında sanatın gücünü yeniden teyit eden, etkileyici ve vizyoner eserleri
nedeniyle..”
Nobel Komitesinin bu ifadeleri, yalnızca onun edebi gücünü değil, aynı zamanda felsefi derinliğini de
işaret eder. Krasznahorkai’nin metinleri, okura sadece bir hikâye değil, bir varoluş hâli sunar öncelikle.
Onun dünyası ne yalnızca Doğu Avrupa’nın çöküşünü anlatır, ne de sadece bireysel bir karanlığı tarif
eder. Aksine, küresel çağın içinden gelen bir çürüme hissini, düşüşün estetiğini, umudun devreden çıktığı
bir zamanı anlatır. Tam da bu yüzden Krasznahorkai, sadece bir yazar değil, bugünün dünyasını
anlamaya çalışanlar için bir çağdaştır, bir tanıktır.
Bu yazı, yazarın en çok ses getiren üç romanı — Şeytan Tangosu, Savaş ve Savaş ve Direnişin
Melankolisi — üzerinden Krasznahorkai’nin edebi evrenini, düşüş ve yıkım estetiği bağlamında
incelemeye çalışacak.
Düşüş, Çürüme ve Kayıp Zaman: Krasznahorkai’nin Ortak Anlatı Dili
László Krasznahorkai’nin romanları, zamanın genişlediği, olayın neredeyse donduğu, karakterlerin ise
içsel bir çalkantı içinde devindiği metinlerdir. Anlatının bu benzersiz yapısı, yalnızca biçimsel bir tercih
değil, aynı zamanda dünyanın mevcut hâline dair felsefi bir tavırdır. Şeytan Tangosu’nda bir köyün
çürüyen ilişkileri, Savaş ve Savaş’ta bir devlet arşivcisi olan Korin’in deliliğe yaklaşan kaçışı, Direnişin
Melankolisi’nde ise anlamını yitirmiş bir kasabanın düşsel çöküşü üzerinden anlatılan hikâyeler, hep aynı
dünyanın parçaları gibi akar.
Krasznahorkai’nin roman karakterleri, genellikle dışsal bir hareketliliğin içinde değil, içsel bir kaygının
kıskacındadır. Olaylar ilerlemez; düşünceler döner, ağırlaşır, çoğalır. Zaman, bu romanlarda yalnızca bir
kronoloji değil, ruhsal bir hapishanedir. Zaman geçmez, adeta karakterlerin üzerine çöker. Bu yüzden
yazarın anlatısı durmaksızın kıvrılır: Nokta kullanmadan uzun cümleler, bilinç akışı ile paranoya arasında
gidip gelen paragraflar, düşsel anlatı ile gündelik gerçekliğin iç içe geçmesi… Örneğin Savaş ve Savaş’ta
Korin’in sürekli tekrar eden iç konuşmaları, dış dünyaya karşı duyduğu yabancılaşmanın bir formudur.
Korin, kendisini tarihin gizli bir kaydına ulaşmış bir aracı gibi görür ama gerçek ile kurduğu ilişki
gittikçe bozulur. Bu figür Direnişin Melankolisi’ndeki kasaba halkıyla benzerlik taşır: Hiçbir şeyin
anlamlı olmadığı, zamanın çözüldüğü, düşlerin hakikate karıştığı bir ortamda yaşayan bireyler, giderek
yalnızlaşır ve kendiliklerini kaybeder.
Üç romanın da merkezinde, artık çürümüş bir dünya düzeni vardır. Bu dünya ne yıkılmıştır ne de yeniden
inşa edilmektedir. Bir geçiş değildir bu. Tam tersine, bir duraksama hâlidir. Şeytan Tangosu’nda yıkılmış
bir sosyalist köy, Direnişin Melankolisi’nde çökmekte olan kasaba, Savaş ve Savaş’ta ise hem bir insan
hem bir şehir hem de bir dil çöküş içindedir. Bu çöküş, Krasznahorkai’nin karakterlerinde eylemsizlik
olarak kendini gösterir. Onlar büyük planlara sahiptir, metafizik rüyalar görürler ama harekete
geçemezler. Çünkü dünya, artık harekete değer görünmemektedir. Geriye yalnızca melankoli kalır:
Anlamını yitirmiş bir dünyada yaşamak zorunda olmanın ağırlığı.
Krasznahorkai’nin yazı dili, tıpkı karakterlerinin ruh hâli gibi, düz ve kolay bir yol izlemez. Paragraf
yapılarının kırılması, cümlelerin bitmeyen yapısı, okuru durmaya ve tekrar okumaya zorlar. Bu teknik,
yalnızca estetik bir tercih değildir elbette. Hız çağının, yüzeysel okumanın ve hafızasızlığın karşısında bir
direniştir. Bu direnç, Adorno’nun negatif estetiğinde olduğu gibi, güzelleştirerek onarma yerine yarayı
olduğu gibi........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Ellen Ginsberg Simon
Constantin Von Hoffmeister
Mark Travers Ph.d