Silahsız Kürtlerin silaha ve silahlı Kürtlere gösterdiği ilk kart sarıydı: 2004
Başlangıçtan itibaren Kürtlerin (Kürt halkının) silaha ve silahlı Kürtlere (PKK’ya) bakışlarındaki değişimi kronolojik olarak özetlemeyi hedeflediğim yazıların okumakta olduğunuz bu ikincisinde, Öcalan’ın 1999’da yurtdışında yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden, fakat özellikle de Türkiye’nin Avrupa Birliği macerasının ciddileşmesinden sonra yaşanan gelişmeleri ele alacağız.
Geçen yazıda da söylediğim gibi 1980’ler ve 1990’lar silahsız Kürtlerin -coşkulu bir destek vermese de- silaha itiraz etmediği yıllar olarak kayda geçti ve bunun sembolik başlangıç tarihi de Diyarbakır Cezaevi’ndeki sınırsız zalimlikti. Geçen yazıda ‘sembolik’ nitelemesini kullanmamıştım, şimdi ilave etmek istiyorum, çünkü o haliyle geçen yazıdan Kürtlerin silaha itiraz etmemesinin yegâne nedeni Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlarmış gibi bir sonuç çıkıyor. Oysa biliyoruz ki 12 Eylül darbesiyle birlikte -başta Kürtçenin sokakta bile konuşulmasının resmen yasaklanması olmak üzere- sadece cezaevlerindekilerin değil, sıradan Kürtlerin de haysiyetlerini ezmek amacıyla geliştirilen uygulamalar bir devlet politikası haline gelmişti. İşte o koşullarda Kürt halkının geniş bir bölümü silahı bir haysiyet kurtarıcı gibi görmeye başlamıştı.
11 Şubat 2022 tarihli internet sitelerinde küçük farklarla yer alan bir haber başlığında şöyle deniyordu: “Türkçe bilmediği için cezaevindeki oğluyla sadece ‘Kamber Ateş nasılsın’ diyerek iletişim kurabilen İpek Ateş hayatını kaybetti…”
İpek Ateş’in ölümünden kabaca 30 yıl önce Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan bu hayat-ı hakikiye sahnesini Kamber Ateş şöyle anlatmıştı:
“Sivas İmranlı ilçesinin Dere köyündeniz. Mektup yazdılar ‘Annen çok özledi ziyaretine gelecek’ diye. Biz cezaevi yönetiminin bize dayattığı bazı uygulamaları kabul etmiyorduk. Bu yüzden de bize daha sert davranıyorlardı. Kürtçe konuşmak zaten yasaktı. Bu konuda hazırladıkları afişleri ziyaretçi kabinlerine ve koridorlara asmışlardı. İşte alçak sesle konuşmak, işaretleşmek ve Türkçe’den başka dile konuşmak yasak diye. Annemin geleceğini öğrenince ben biraz telaşlandım. Annemin Türkçe bilmediğini biliyordum. Zaten o güne kadar köyden çıkmamıştı. Eğer Kürtçe konuşursak sorun çıkacağı belliydi. Görevlilerin herhangi bir şey söylemesi veya yapması durumunda ben sessiz kalamazdım. Bir sorun, bir arbede çıkardı. Annemin buna tanık olmasını istemezdim. İkimiz de şiddet görebilirdik. Ben, Dev-Yol davasında yatan Ruşen Sümbüllüoğlu ile aynı hücreyi paylaşıyordum. Konuyu kendisine anlattım. Biraz bu konuda sohbet ettik. Annem, kız kardeşimle geliyordu. Kız kardeşim Türkçe biliyordu. Ruşen’e bunları anlattım. O zaten bir şeyler yazıyordu. Ben bunları anlatınca notlar falan aldı. Herhangi bir durumda sessiz kalmayacağım, böyle olursa da hücreye gelmeyebileceğimi söyledim. Çünkü direkt işkenceye götürebilirlerdi.
“Ondan sonra çıktım ziyarete. Kız kardeşimle konuştum. Hoş beş ettik. Birden annem hareketlendi ve kız kardeşimi kolundan tutup biraz geriye çekerek, kendisi bana yaklaştı ve ‘Kamber Ateş nasılsın?’ dedi. Ben şaşırdım ama çabuk toparladım. ‘İyiyim anne, sen nasılsın?’ diye sordum. Ancak cevap vermedi. Yine biraz kız kardeşimle konuştu. Annem yine aynı şeyi yaptı ve yine bana ‘Kamber Ateş nasılsın?’ diye sordu. Bu durum üç kere tekrarlandı. Her defasında aynı şekilde yanıt verdim. Önce........© Serbestiyet
