Beşiktaş’ın Göçebe Çadırı ve Shakhtar’ın Ahşap Evi
Beşiktaş, Ole Gunnar Solskjaer yönetiminde sahaya taraftarının coşkusuna yaslanan bir umutla çıktı. Norveçli teknik adam, Türk futbolseverlerin tutkusunu kavramış gibiydi: topu ceza sahasına taşı, gerisi gelir. Bu fikir, kanatlardan gelen topların, sanki orada uzun boylu bir pivot santrfor varmışçasına havaya kaldırılmasıyla hayat buluyordu. Ancak bu yaklaşım, bir stratejiden çok, romantik bir dağınıklıktı. Toplar, Tammy Abraham’ın hareketliliğine rağmen çoğu zaman rakip savunmanın kucağına düşüyordu. Beşiktaş’ın oyunu, adeta bir karpuz gibi ikiye bölünmüştü: bir yanda kanatlara hapsolmuş çırpınışlar, diğer yanda orta sahada kaybolan bağlantılar. Solskjaer’in takımı, sanki tarihin karanlık labirentlerinden fırlamış bir kara mizah karikatürü gibiydi; noktacı, bölgeci ve mevkisel bir anlayışla, topu anlamsızca ileri şişirerek zafer arıyordu.
Beşiktaş’ın oyun planı, birleşik bir hikâyeden yoksundu. Paslar, tekil ve hedefsizdi; her oyuncu kendi destanını yazmaya çalışıyor, ancak kolektif bir senfoni yaratamıyordu. Örneğin, Milot Rashica’nın sağ kanatta topu her alışında, içgüdüsel bir dripling ve ardından yüksek bir orta geliyordu, ama bu toplar sıklıkla Shakhtar’ın stoperi Bondar’ın ya da Matviyenko’nun kontrolüne teslim oluyordu. Orta sahada Gedson Fernandes’in enerjisi, topu ileri taşıma çabası........
© Serbestiyet
