Ömer Seyfettin liberal olabilir mi?
Yapı Kredi Yayınları, yakın zamanda önemli bir iş yaparak Ömer Seyfettin’in yıllarca kayıp olan, bir tür hatırat ya da günlük denebilecek notlarını, Kayıp Günlük ve Fon Sadriştayn’ın Karısı başlığıyla yayımladı. Kitap, adından da anlaşılacağı gibi iki bölümden oluşuyor. İkinci bölümde, onun en ilginç ve pek bilinmeyen, “tartışmalı” denebilecek bir hikâyesi yer alıyor: Fon Sadriştayn’ın Karısı. Birinci bölüm ise,
Ömer Seyfettin’in, tutkuyla bağlı olduğu yazılarını yazamadığında yaşadığı iç sıkıntısının kâğıda dökülmüş notlarını…
Bu küçük kitapçık, tıpkı onun kısa ama etkisi hayli uzun hikâyeleri gibi hem yazarlığına, kişiliğine ve görüşlerine hem de kendimize, ülkemize dair oldukça keskin gerçekler barındırıyor. “Yarım okka ekmek otuz kuruşa satılırken kim edebiyatla uğraşabilir. Ama ben uğraştım.” (s.33) diyor bir yerde. Ne çok insan, tutkuyla okuyup yazarken, “önemsenmeyen” bir sessizlikte ömrünü hiç de revaçta olmayan konulara
vakfederken, hayatın geçim yükü altında bunalırken bu soruyu sorarken bulur kendini ve çok azı bu denli kısa, öz ve bütün iradi gücünü içinde hapseden şu cümleyi büyük bir emniyetle kurabilir: Ama ben uğraştım.
Yazıya bu denli tutkuyla bağlı insanların, yazamadıkları zamanlarda ne yaptıkları oldukça önemlidir. Bu insanların, bir türlü o içsel, canlı ve güçlü enerjiyi bulamadıklarında, bedbin, yılgın ya da ümitsiz olduklarında, insanlardan güç ve inanç devşiremediklerinde buradan nasıl çıktıkları, işte bu yaptıklarında gizlidir; bu tür zamanlar içinde pek çok ipucu, şifre ve yol gösterici emare saklar. Ömer Seyfettin’in Kayıp Günlük’ü ya da defteri de işte bu sorunun cevabıdır. Diğer bir ifadeyle, Ömer Seyfettin hiçbir şey yapamadığında bunu yapar, defterine içinden geçenleri döker; yazamadığı için yazar. Bu, zihinsel bir egzersiz, sonraki eserlerin oluşma devresidir. “Sulhtan sonra bütün kuvvetimle yazı hayatına atılacağım. Pek yaklaştı sanılan bu sulha kadar da boş durmayacağım. Eser hazırlayacağım. Bazen bugünkü gibi yazı yazmak istemezsem, Emil Zola gibi kağıtları karalamakla itiyadımı bozmamağa çalışacağım. Ama can sıkıntısı içinde aklıma gelenleri, düşündüklerimi şu deftere geçireceğim.” (s.35).
Buradan, Ömer Seyfettin’in az yazdığı ya da yazma zorluğu çektiği gibi bir sonuç çıkarılmamalı elbette. Tam aksine, oldukça kısa süren yaşamında son derece üretkendir. Daha çok hikâyeleri bilinse de özellikle dil ve ülke meselelerine dair fikir yazıları da fazlasıyla önemlidir. Başka dillerden kelime almanın sanıldığı kadar bir sorun olmadığını, esas sorunun başka bir dilin kaidesini, kurallarını almak olduğunu söyler
örneğin, epeyce erken bir dönemde. Eğer ki alınan yabancı kelime kendi kaidelerimize uyarak kullanılırsa bozucu bir etki yapamamaktadır!
Ömer Seyfettin’in kısa hayatı, savaşlar, kayıplar ve buhranlar arasında geçer. Bütün bu ateşin ortasında bir gün esenlik içerisinde, içinde sürekli taşıdığı eserlerini yazıya dökmenin hayalini kurar. “Şu buhran da geçsin de…” der sık sık. Bir keresinde dönemin önemli ismi Ziya Gökalp ona: “Türkiye’de buhran bitmez. Biri biterken biri başlar. Eğer yazmak için hayali bir devri bekliyorsan.. O başka.” (s.35) der. Bu çok iyi gelir Ömer Seyfettin’e, çünkü asla hayali bir devir beklememektedir. Bütün eserleri gerçekliğin kalbinde şekillenmektedir ve beklemek, gelmeyecek olan hayalin boşluğuna düşmektir. “Düşündüm, bu hükmü doğru buldum. Faaliyetim o günden başladı. Bir sene içinde on beş sene içinde yazdığımdan daha çok eser vücuda getirdim.” der (s.35).
Ömer........
© Serbestiyet
