menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Öcalan’ın son elli yılı (3): Yeni paradigmanın kaynakları

17 1
25.10.2025

Öcalan’ın yeni paradigmasını Bookchin etkisiyle sınırlar, etkilendiği diğer yazarları hesaba katmaz, başkalarından aldığı kavramları nasıl yamalı bohça gibi bir araya getirdiğini dikkate almaz isek, dönüşümünü ve tutarsızlıklarını anlayamayız. Murray Bookchin’den “komünalizm” ve “ekolojizm”i, Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’dan “radikal demokrasi”yi alır, başka yazarlardan ödünç aldıkları ve kendi kattıklarıyla bunları gelişigüzel harmanlar. Repertuvarı Muhammed’e “primitif sosyalist”, “Hz. Muhammed’in kendisi son büyük komünalisttir” diyecek kadar geniştir.

Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu’nda Marx ve Lenin’i sert sözlerle eleştirir ve her şeyi yeni baştan alıyormuşçasına Platon ve Sokrat’tan çağdaş yazarlara kadar gelir:

… A. Badiou’nun “Numeun cleature” dediği seçkinler ile aslında modern kastı tanımlar. Buna oligarşi de deniliyor. Reel-sosyalizm sınıf, proletarya kavramlarını çokça kullandı ama bu kavramlar gerçeğin izahatında zayıf kalmıştır. Frankfurt Okulu sınıfçılık konusunda çeşitli haklı eleştiriler geliştirmiştir. Geliştirdiğimiz yeni kavram setimiz hem pratiğe yansıyacak hem de tarihsel olarak yaşanan muğlaklığı ortadan kaldıracaktır. Gramsci ve Negri’nin çözemediği, çağın filozoflarından Zizek’in ve A. Badiou’nun çözüm aradığı sorunlara yeni kavram setiyle yanıt oluşturmaya çalışıyorum.

Marksizm’le ya da sosyalizmle ilgisi olsun olmasın bir araya getirilmeleri mümkün olmayan yazar ve fikirleri kaynak olarak kullanır. Bookchin, Foucault, Nietzsche, Braudel, antik çağ Mezopotamya mitolojisi ve Ortaçağ İslam ahlak felsefesi Öcalan’ın Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda ve diğer kitaplarında buluşurlar.

Marx’ı aştım” demekle yetinmez, aştığını iddiasındakileri de aşar! “Gramsci ve Negri’nin çözemediği, çağın filozoflarından Zizek’in ve A.Badiou’nun çözüm aradığı sorunlara yeni kavram setiyle yanıt oluşturmaya çalışıyorum.

Yeni yapılanmasında harç olarak kullandığı yazarların ilk sıralarında post-Marksizm’in kanonik temsilcileri Laclau- Mouffe çiftinin “determinizm”/“özcü sınıf” eleştirisi ve “radikal demokrasi”si;[1] Negri-Hardt’ın, artık ulusal değil diye reddettikleri Lenin’in klasikleşmiş emperyalizm analizine ikame ettikleri “İmparatorluk”u ve işçi sınıfının yerine geçirdikleri etnik, cinsel, kültürel, mesleki aidiyetleri kapsayan “Çokluk”u gelir. Bunları Annales okulundan Fernand Braudel’in ve aynı gelenekten gelip “Marksist değilim” diyen Wallerstein’in dünya kapitalist sistemi analizleri, post-yapısalcı Foucault’nun özneleşme süreçleri ve soykütüksellik üzerine görüşleri, Max Weber’in otorite tipolojisi/rasyonalite ve bürokrasi eleştirileri izler. Esin kaynakları arasında Mussolini’nin yararlandığı V. Pareto’nun “seçkinler teorisi”nin yanı sıra, Mussolini ve Hitler’in baş tacı ettikleri F. Nietzsche’nin modernite eleştirisi ve Ahlakın Soykütüğü’nün olması daha da şaşırtıcıdır. Kendisine sempatisini karşılıksız bırakmayan Negri, Hardt,[2] Chomsky, Wallerstein, Harvey ve Badiou’nun çeşitli vesilelerle destek mesajları yolladıkları ve etkilendiği Zapatistalar,[3] Latin Amerika ve başka yerlerden reformist siyasi hareketler bir arada düşünülürse, Öcalan’ın spektrumunun hayli geniş olduğu görülür. Kiminden çok, kiminden az aldığı malzemelerle Kürdistan merkezli Ortadoğu arazisine birbirleriyle uyumsuz malzeme ve stillerden postmodernist mimariyi andıran, alafranga-alaturka renkler taşıyan bir yapı kurmayı tasarlar.

Marx, Engels ve Lenin’e de “pek çok kaynaktan beslendiler” diye itiraz edilebilir. Ancak onlar Öcalan gibi yapmazlar. Burada eleştirdiğimiz, Öcalan’ın farklı kaynaklardan yararlanması değil, bunları seçiş ve kendine mal ediş tarzıdır. Marx’ın kimilerini cepheden eleştirerek çürütmesi, kimilerini ise köklü bir eleştiriden geçirip ayakları üzerine dikmesi ve fazlalıklarını yontarak öğretisinin bileşeni haline getirmesi (Hegel-Feuerbach felsefeleri, İngiliz klasik iktisadı, ütopik sosyalistler) bunun nasıl yapılması gerektiğini gösteren olumlu bir örnektir. Bunlara restorasyon dönemi Fransız tarihçileri, Morgan, Darwin ve daha pek çok kişi eklenebilir. Ancak bunu doğru yapmakla, yanlış yapmak arasında kalın bir çizgi vardır. Birincisi felsefi, ekonomik, siyasi olarak tutarlı, sistematik ve bilimsel bir yönelimin ya da kuramın varsa, kendinden olmayan düşünürlerin buluşlarından yararlanmak değil yararlanmamak hatadır. İkincisi Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ne Katkı ve Kapital’de, Lenin ise Emperyalizm’de devraldıkları kavramları cürufundan ayırıp materyalist diyalektik bir işlemden geçirirler ve zıtlıklarını ortadan kaldıran bir dönüşüm sürecinden geçirdikten sonra kendi analizlerinin bir parçası yaparlar.

Uluslararası komünist harekette öncü rol oynayan “Sovyet Marksizmi”, 1940’lara doğru kendi dışındaki kaynaklardan yararlanmakta eksik kaldığı için gittikçe kısırlaşan bir süreç yaşamıştır. Doktrinin arılığını koruma görevini, tarihsel gelişimin öne çıkardığı iç ve dış sapmaları mahkûm etmekle yetinmek ve kendi kabuğuna çekilmek olarak anladığından hayatın renkli ve dinamik akışından kopmuş, tabir yerindeyse sermayeden yer duruma gelmiştir.

Öbür yandan Marx ve Engels 19. yüzyılın en ileri bilincini temsil ediyorlardı. Ancak hem her şeyi kısa bir ömre sığdırarak dört dörtlük ortaya koymaları hem de zamanın öne çıkaracağı sorunları o günden görmeleri mümkün değildi. Kurucuların bazen yarım bıraktıklarından ve istismara açık ifadelerinden, bazen de bir yönü vurgularken diğer yönü muğlak bırakmalarından yararlanan bazı feylesof adayları, eksik kalan veya yanlış anlamaya müsait yerleri Gramsci’nin hegemonya konusunda yaptığı gibi (kısmi eleştirilerimiz hariç) genişletip geliştirecekleri yerde, fırsatı ganimet bilip bunları tek yanlı bir abartıyla sözde yeni “sistem”ler kurmalarına dayanak yapmışlardır. Tıpkı Marksist gelenekte sosyopsikolojik süreçlerin eksik bırakılmasından Frankfurt Okulu çevresindeki Freudçu solun, proletarya dışı ezilenlerin sorunlarının çağdan kaynaklı ihmalinden toplumsal hareketler merkezli çağdaş mezheplerin, onca ilerlemeye karşın kadın sorunun ayrıntılarına inmekte eksik kalınmasından sosyalist feminizmin doğup geliştikleri gibi. Her biri anayoldan ayrılarak kendilerine sistem içinde kalan bir kanal açtılar.

Öcalan’a gelince Marx, Engels, Lenin ve Stalin’le zaten zayıf olan bağlarını koparmakla kalmıyor, onları post-Marksistlerden daha insafsızca eleştiriyor. En çok rağbet ettiği Bookchin bile, özellikle anarşizmden koptuktan sonra yazdığı son kitabında, ekoloji ve feminizm gibi konularda yetersizlikler taşıdığını belirtmekle birlikte, Marx’tan övgü ve saygıyla bahseder. Ve meta analizi, sistematik bir toplumsal teori ve aktivist bir felsefe bıraktığı için ona “çok şey borçluyuz” der. İnce eleyip sık dokumak gibi bir özelliği olmayan, dışındaki akım ve yazarların metinleri üzerinde kendi ayak izlerini bırakmalarına ve kalem oynatmalarına imkân sağlayan Öcalan ise, Marksizm’in kurucularına ve geliştiricilerine neredeyse cepheden saldırır ve demediğini bırakmaz.

Bir düzen benzerini izleyerek inatçı davrandım;
oysa evrende hiçbir düzen olmadığını iyi bilmem gerekiyordu.

Umberto Eco

Öcalan, Marx-Engels’in sömürülenlerin ve ezilenlerin üzerine ışınlarını bir güneş gibi saçan Komünist Manifesto’sunda mazrufa değil zarfa baktığından kapağına öykünmekten bir sayfa ileri gitmiyor. Komünist Manifesto’dan aldığı ne muhtevası ne yöntemi ne de belagatidir, sadece “manifesto” sözcüğüdür. Taraftarları 25 Şubat 2025 tarihli bir buçuk sayfalık çağrısına bile “Çağın Manifestosu” diyecek kadar yücelttiler. Bu tesadüf değildir, postmodernist/post-Marksist reformist solun evrensel bir özentisidir. 500 sayfalık şiş göbeği, yaltak/arabulucu üslubu ve postmodern tarzıyla hiç benzemediği halde, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin İmpatatorluk’unun Fransızca basımı, “bu kitabın, ‘zamanımız için yeni bir ‘Komünist Manifesto’ yazma girişimi’ olduğu sözleriyle başlar. Hatta Antonio Negri, kendini küreselleşmenin devrimci dönüşümünü araştıran “yeniden doğmuş Marx” diye takdim etme tevazusu gösterir!

Komünist Manifesto, kendi türünde ilk ve benzersiz oluşu, analiz ve tezlerinin zenginliği, parlak edebi üslubuyla, bütün ülkelerin işçilerine yol göstermesiyle bilinen tarzının en iyisi, öncü bir klasiktir. Öcalan’ın manifestoları ise Marksizm-Leninizm’i terk eden yarı natüralist-yarı idealist, milliyetçi, özcü, didaktik, netlik ve sistematiklikten uzak, daldan dala sıçrayan, tekrarlarla dolu sıkıcı metinlerdir. İçerisinde tarih, antropoloji, sosyoloji, psikoloji, mitoloji, felsefi özetler, siyasi tezler, mistik-felsefi görüşler, İslam’a methiyeler, otobiyografik pasajlar, halk hikayeleri, kısaca ne ararsanız vardır. Marksizm, anarşizm, ekoloji, feminizm, sosyoloji, mitoloji gibi farklı düşünce tarzlarını nasıl eklektik biçimde yan yana getirdiğinin örnekleri, Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda ve Öcalan’ın PKK’nin fesih kongresine gönderdiği Perspektif yazısında görülebilir. Merkezi ve üyeleri partiyi feshetmeye ve silahı bırakmaya ikna amacıyla yazılmış Perspektif, hiçbir komünist ya da sosyalist parti kongresinde örneği görülmemiş postmodern alaturka bir metindir. Marx’tan girer Kropotkin’den, Bookchin’den çıkar. Sümerlerden veya Molla Gurani’den başlar Narin ve Gurani ailesine sıçrar. Gazali’den gezegenlere, Zerdüşt’ten Einstein’e gerçeküstücü turlar atar. Koşulları kitap kurdu olmaya elvermeyen, dağda gazeteden bile mahrum insanlar büyülenmek istenirmiş gibi yoğun bir bilgi bombardımanına tutulur.

Anlatımı ne hitabet ne akademik ne de sosyalist solun genel geçer dilidir. İdeolojisi ve siyasi tezleri gibi üslubu da melezdir. Kâh mitolojiye kâh Kuran’a kâh ütopyacılara öykünür. Yazdıkları ne tarihsel ne de siyasal anlatıdır, hiçbir türe girmez. Metinlerinde mantıksal ve tarihsel bir düzen yoktur. Bir yerde “Sistematiğim, kendime has bir üslubumun olduğunu belirtiyorum” diyerek bunu kabullenir. Bu doğru, ama yaratıcılıkla alakası olmayan, postmodernizmin ve uzun yıllar tecritte tutulmanın getirdiği gerçeklikten kopmanın damgasını taşıyan bir üslup.

Evet çok okumuştur, çalışkandır, bilgi dağarcığı önder yoldaşlarının kat kat üstündedir. Ancak bu bilgiler hamdır, sindirilmemiştir, eklektiktik ve stilce postmodernisttir. Don Kişot’un okuduğu şövalye romanlarının etkisiyle gerçeklikten kopması örneğinde olduğu gibi; anarşist, post-yapısalcı, post-Marksist kitapları okuya okuya emperyalist-kapitalist sistemin barbar yüzünü algılama yetisini kaybetmiş, geriye takıntı haline getirdiği bağlamından koparılmış “kastik katil” dediği soyut bir devlet suçlaması kalmıştır.

Kitaplarında pastiş olarak tanımlayabileceğimiz bir dağınıklık ve kopuk kopukluk vardır. Az Marksizm, çok anarşizm, en çok da feminizm ve ekoloji. Biraz Sümer mitolojisi, biraz İslam tarihi, biraz kuantum teorisi yan yanadır. Bookchin’den ütopik “komünalizm” projesini, radikal feminizmden cinsiyetçilik eleştirisini, kapitalist dünya ekonomisinin geçmişini 500 yıla yayan Wallerstein’in (Braudel’den dönüştürdüğü) “uzun süre” (lonue duree) yaklaşımını, Mouffe ve Laclau’dan toplumsal muhalefetlerin eşitlenmesini, Seyit Rıza’dan davaya sadakati ve metaneti alır. Ve bu böyle uzar gider.

Farklı düşünce ve anlatı geleneklerinden ödünç alınmış birbirleriyle bağdaşmaz görüş ve tezleri sağından solundan kırparak yapay bir sentezde birleştirmeye çalışır. Bu beceriksizlikten, anlatma yeteneği eksikliğinden ileri gelmez. Postmodern epistemoloji ve metodolojiyi taklit etse de, türün öncü metinlerindeki mahareti gösteremez. Tarih yazımının olmazsa olmazı kronoloji fakiridir. Herhangi bir şey anlatırken beklenmedik şekilde bir söylem türünden diğerine (mitoloji, ilahiyat, felsefe) zıplar. Uygarlık Manifestosu’ndaki (cilt III) “Tarih, iktidarın ve direnişin diyalektiğidir. Uygarlık bir zincirse, halkların ahlaki-politik özü bu zinciri sürekli kılmaya çalışır” sözlerinde, Marx, Nietzsche, Platon ve Gazali’nin portrelerinin gölgeleri titreşir.

F. Jameson “Postmodernizmin temel edebi biçimi pastiştir” demekte haklıdır. Zira, hiçbir yenilik getirmediği halde hem sistematik bütünsellik ve tutarlılıktan uzaklığı hem de yararlandığı kaynaklardan yaptığı alıntılamalar ve yazma stili bunu gerektirmektedir. Sözlükteki........

© sendika.org