İslam’ın kökeni, Kıvılcımlı ve Öcalan
Türkiye devrimciliği, İslam’ın doğuşu ve anlamı hakkında, bir yanda Batıcıların ve laik ulusalcıların, öte yanda liberal solcuların ve pragmatistlerin kıskacından kurtulup, tutarlı ve istikrarlı bir görüş geliştirmekte her devirde sıkıntılı olmuştur.
Muhammed’e hakaret ve küfür içeren karalamaların Batı’da 9. yüzyıldan beri geçer akçe olduğu bilinmektedir. Yeni yüzyılda bu, El-Kaide, IŞİD gibi cihatçı İslamcılara tepkinin tetiklemesiyle ırkçı, İslam’ı faşizmle eş tutan biçimler almıştır. Batı dünyasında hâlâ şiddetin İslam dininin kurucu öğesi olduğunu, doğuşu itibariyle demokrasi ve laiklikle asla bağdaşmayacağını, bugünkü “İslamofaşizm”in köklerinin on dört asır önce yazılmış Kuran’da bulunduğunu savunan sayısız İslamofobik politikacı ve yazar vardır.
Solculuğu İslam’a küfretmekle eş tutan ulusal solcu ve ona yakın kesimler, bizde Batı’dakinden az değildir, belki daha da fazladır. İktidara tepkinin şiddetlendirdiği bu gereksiz aşırılık biraz da peygamber zamanındaki İslamla, onu araçsallaştıran siyasi İslam arasındaki farkı anlayamamaktan ileri gelmektedir. Birçoğumuzun dinden uzaklaşıp sosyalizme geçerken, Kemalizmin de etkisiyle, böylesine ilkel bir aşamadan geçmişlik hikayesi olmuştur. Tam kopamamışlık kendini, Türkiye’de temel çelişkiyi, dolayısıyla solculuğu laiklik ile anti-laiklik arasına sıkıştırmak, hatta bunu sosyalizm adına teorize etmek şeklinde gösterebilmiştir.
Öte taraftan siyasi İslamcı AKP’nin iktidara gelmesinden önce başlayıp, “Yetmez ama evet”çilikle devam eden muhafazakâr-liberal sol ittifakın hegemon olduğu, sağlı sollu liberal entelektüellerin ve çürük Marksistlerin iktidarın ideolojik propaganda bürosu rolü oynadıkları bir dönem yaşadığımızı düşünürsek, ters akıntının bunun gerisinde kalmadığını görürüz. Böylelerinin omuz omuza “burjuva demokratik devrim” yaparak “sivil toplum”un önünü açtığı gerekçesiyle iktidara tam destek verip, Fethullahçı yazarlarla, Abdurrahman Dilipak, Ali Bulaç gibi dört dörtlük siyasi İslamcılarla meydanlarda, ortak metinlerde, seminerlerde boy göstermelerinin üzerinden çok zaman geçmiş değil. Her biri Osmanlı’dan o güne “demokrasi”yi (solu) egemenlerin muhafazakâr-İslamcı kanadının temsil ettiği, bu geleneğin son halkası AKP’nin de Türkiye’ye demokrasi getireceği türünden görüşlerini, kitap ve makalelere dökerek dinin toplumdaki nüfuzunun güçlenmesine hizmet eden gönüllü misyoner rolü üstlenmişti.
Sosyalist harekette zamanın ruhuna kapılarak dini Marksizme eklemleyenler her zaman olagelmiştir. Bunların en eskisi ve etkilisi, İslamiyet ve sınıfsal özü hakkında maddeci tarih görüşüne ters varsayımlar öne süren Hikmet Kıvılcımlı’dır. Bu bağlamda eleştirilecek çok yanı olmakla birlikte, fikir sahibi olunsun diye şu sözlerini aktarmakla yetineceğiz:
Gerçek mutluluğun malda mülkte değil, kardeşçe kurulmuş kollektivizimde olduğunu sezen yeni Peygamber (Hz.Muhammed) ve savunucu çekirdeği; sahabeleri ve yardımcıları: Ensar; açıkça dünya malına-mülküne düşman ilkel komünist maneviyatçılarıydılar. “Rızkınızı ticarette arayın ama azıtmayın, fakiri fukarayı kollayıp, kardeşçe birlikte, zenginliği değil İslam’ı yüceltip bütün insanlıkta yükseltin” diyorlardı, başka bir şey demiyorlardı. [1]
İçinde antisemitizmi de barındıran böylesine tek taraflı övgülere bolca rastlanabilir Kıvılcımlı’nın yazılarında. Muhammed döneminin sınıflı toplum olduğunu atlayan ve onu tek taraflı yücelten bu görüşleri birtakım ideolojik ve siyasi sonuçlar yaratmakla kalmamış; kendisinin hem laikliği halkın dini görüşleriyle kavgaya indirgeyen Kemalistlere yönelik haklı eleştirisini zayıflatmış hem de Marksizmin din eleştirisinden uzaklaşmasına yol açmıştır. Dindarlık karşısında Batıcılıktan ve Kemalist yaklaşımdan kopamayıp katı bir tepkiyle halkla arasına duvar çeken kimi sosyalistleri eleştirmekte haksız değildi gerçi, ama bu, Marksizmin dine yaklaşımının dışına düşmesini haklı çıkaran bir gerekçe olamazdı.
Dini kanalları serbest bırakan DP iktidarının havasına kapılarak 1957 yılında yaptığı Eyüp Sultan Camii meydanında yaptığı ünlü konuşması, dine anti-Marksist yaklaşımının tipik bir örneğidir. İslam’ın doğuşu ve Muhammed hakkındaki methiyelerini, konuşmasından üç yıl önce kurduğu Vatan Partisi’nin İslami söylem ve semboller içeren politik bir taktiğine çevirmiştir. Komünistlerin her türlü dine, hatta Bolşeviklerin yenilgi yıllarında kendi saflarından çıkan ampiryokritisistlerin Marksizmi bir çeşit din olarak yorumlamalarına karşı çıktıklarını bilmiyormuş gibi, “Dine karşı değil, din istismarcılığına karşıyız” diyebilmiştir.
Şimdi de aynı virüs, Öcalan’ın eskiye dayanan yanlışlarını yeni bir düzleme taşımasıyla, Kürt ulusal hareketinin bünyesini kemirmeye devam ediyor. Türk ve Kürt solunun iki ünlü şahsiyetinin çalışma alanlarını ve müttefiklerini yanlış yerde aramalarının sebebinin dar zamanlarında tavan yapan pragmatizmleri olduğunu tahmin etmek zor değildir.
Burada konumuz Kıvılcımlı’yı eleştirmek değil, onu tekrarlamanın ötesinde daha da geri adımlar atan Abdullah Öcalan’ın, özellikle yeni döneminde ağırlık verdiği din açılımıdır. Gerçi 1990’lardan beri de İslamiyet’e Marksist açıdan yaklaşmayıp faydacı davranmıştı ama, siyasi İslamcı iktidarın Kürt ulusal hareketinin tabanını oymak için doğrulttuğu din silahını tersine çevirme amacı güttüğünden ve bunda başarılı da olduğundan dolayı bu bir yere kadar mazur görülebilirdi. Gerek yeni paradigmasının eksenlerinden biri olması (hem dini toplumsal rıza sağlama/hegemonya aracı olarak görmesi hem bu konuda iktidarla yarışması hem de bunu bir diyalog kapısı........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Rachel Marsden
Joshua Schultheis