Cumhuriyetin ontolojisi üzerine notlar: Tarihsel materyalizm mi, metafizik materyalizm mi?
Geçtiğimiz 29 Ekim’de, daha önceki 29 Ekim’lerde olduğu gibi, “Marx da cumhuriyetçiydi” söyleminin kendisinin ya da yine bu kapıya çıkan ifadelerin yeniden hortlatılmaya çalışıldığına tanıklık ettik. “Marx da cumhuriyetçiydi” gibi bir söylem, ilk bakışta masum gelebilir. Ancak özünde cumhuriyet denen formu, tarihsel ve sınıfsal bağlamından kopararak metafizik bir kavrama dönüştürmektedir. Amacı, bir siyasal form olan cumhuriyeti tarihsel zorunluluğun ürünü olarak değil, içeriğinden, yani sınıf iktidarından bağımsız, ezeli ve ebedi bir “iyi” form olarak sunmaktır. Bu, Marx’ın tarihsel materyalizminin tam zıddıdır. Çünkü Marx için hiçbir siyasal form, hiçbir toplumsal kurum (devlet, cumhuriyet, demokrasi, haklar, özgürlükler vs.) kendi başına varlık taşımamıştır. Hepsi belirli bir üretim tarzının, belirli sınıf ilişkilerinin ifadesidir.
Cumhuriyet tarih dışında ele alınan bir ilerici değer olarak kavranınca da, diyalektik materyalizmin yerini metafizik materyalizm almış olur. Yani maddenin tarihsel hareketi, çelişkisi, dönüşümü değil; sabit, değişmez biçimleri kutsanmış olur. Bu da, cumhuriyeti, tarihsel bir toplumsal form olarak değil, tarihi belirleyen öz gibi ele almak demektir.
Metafizik materyalizm derken kastettiğim, olguları tarihsel süreçlerinden, çelişkilerinden ve somut koşullarından soyutlayarak, durağan, mutlak ve değişmez kategoriler olarak ele alan düşünce tarzıdır. Bu yaklaşımla cumhuriyete baktığında, onu monarşi gibi diğer devlet formlarının karşısına mutlak bir “ilericilik”, “erdem” ve “hakikat” olarak koyar. Cumhuriyet, kendi başına bir amaç haline gelir.
Buradaki temel hata, form (ya da biçim) ile içerik arasındaki diyalektik ilişkiyi göz ardı etmektir. Metafizik materyalist için cumhuriyet formu, hangi sınıfın elinde olduğundan bağımsız olarak olumludur. Oysa tarihsel materyalist için bir devlet formunun niteliği, onu dolduran sınıfsal içerikle, yani hangi sınıfın egemenliğini temsil ettiğiyle belirlenir. En üst devlet organının seçilme şekli, yetkileri, hükümet ve yargı ile ilişkisi ve diğer faktörler farklı şekillerde düzenlenebilir, ancak her zaman devletin sınıf karakteri tarafından belirlenir. Örneğin, Antik Çağ’da köleci cumhuriyetler, az sayıda ayrıcalıklı kişinin seçimlere katılabildiği aristokratik cumhuriyet biçiminde olduğu kadar, köleler ve kadınlar hariç “herkesin” seçimlere katıldığı demokratik cumhuriyet biçiminde de var olmuşlardır. Her durumda, bunlar köle sahiplerinin egemenlikleri, yani diktatörlükleriydi. Kapitalizm koşullarında, örneğin, cumhuriyet, parlamenter cumhuriyet ve başkanlık sistemini uygulayan cumhuriyet şeklinde ortaya çıkabilir. Ancak her ikisi de egemen burjuvazinin iktidarını kullanma biçimleridir. Halkın burjuva-demokratik hakları ve özgürlükleri, örneğin ifade, basın ve toplanma özgürlüğü olsa da (ki bu gibi özgürlükler burjuva cumhuriyetini, burjuvazinin egemenliğinin en gelişkin, en gizlenmiş biçimi yapmasında önemli bir rol oynar) burjuvazinin egemenliğinin bir biçimidir. Ancak bu demokratik haklar ve özgürlükler geçmişte ve günümüzde görüp, deneyimlediğimiz gibi sınırlıdır, güvence altına alınmamıştır ve burjuvazi egemenliğini tehdit altında gördüğü anda ortadan kaldırılır.
Marx, cumhuriyetçiliği bir ideolojik merkez ya da nihai hedef olarak asla benimsememiştir. Analizlerinde, cumhuriyetin tarihsel olarak ilerici bir rol oynayabileceğini (feodalizme karşı mücadelede olduğu gibi) kabul eder, ancak bunu mutlaklaştırmaz. Örneğin, Fransa’da İkinci Cumhuriyet ve onun trajik sonu olan Louis Bonaparte’ın darbesi üzerine yazdıkları ve burjuva cumhuriyetinin demokrasi söylemleriyle nasıl aldatıcı olduğunu ve nasıl açık bir despotizme evrilebileceğini çarpıcı bir şekilde gösterir. Marx için aslolan, devletin biçimi değil, onun sınıf karakteridir. Bir devlet aygıtı, ister cumhuriyet ister monarşi biçimini alsın, egemen sınıfın çıkarlarını korumak için vardır.
Nasıl ki Marx, meta fetişizmini kapitalist üretim biçiminin bilinç biçimi olarak çözümlemişse, cumhuriyet fetişizmi de siyasal üstyapının bilinç biçimidir. Meta, üretim ilişkilerini “doğal değişim” gibi gösterir; cumhuriyet de burjuvazinin sınıf iktidarını “halkın egemenliği” gibi gösterir ve en Marksist........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein