Biraz sabır…
Adını herkesin başka türlü koyduğu süreçle ilgili kafalar karışık. Ziyadesiyle belirsizlik var. Bilinen dünyanın tabutu çivileniyor gözümüzün önünde. Ve Ortadoğu’nun savaş cephelerinden yükselen toz duman kafalarımızın üzerine sis bulutu gibi çöküyor…
Bu büyük kargaşada yolumuzu nasıl şaşırmayacağız?
Alacakaranlıkta hangi işaretlere bakacağız, neleri kerteriz alacağız?
Şovenlere, sosyal şovenlere denecek bir şey yok: Onlara göre Kürt hiçbir zaman doğru bir şey yapmadı ve yapamaz. İyi niyetle, cehaletle, alıklıkla, aldatılmışlıkla ya da domuzuna bilinçli bir düşmanlıkla faşist sömürgeciliğin savaş arabasına bağlanmış bu yaklaşım barikatın karşı tarafında duruyor. Irkçı zehirlenmenin emekçi saflardaki izdüşümlerini sağaltma çabası dışında, domuzuna ırkçılar devrimcilere, sosyalistlere ve Kürt halkına hangi “hislerle” yaklaşıyorlarsa öyle karşılık görürler; kimse boş değil, “hisler karşılıklı”.
Meselenin bu yanına değinip geçtikten sonra asıl konumuza gelebiliriz: Bizim cenahta neler oluyor?
Yapılan en büyük hata Kürt Özgürlük Hareketi’ni salt bir Kuzey Kürdistan hareketi olarak değerlendirmektir. Hayır, KÖH uzunca bir zamandır dört parça Kürdistan gerçekliğine göre politika yapıyor, çünkü dört parçada da örgütlü, etkin bir kuvvet. O kadar çok yazı çizi döktürüldü, TV, YouTube programı yapıldı, o kadar çok vileda saplı emekli paşa ahkam kesti ki, ilkokul çocukları bile son barış sürecinin merkezinde Suriye-YPG-Rojava’daki fiili özerk yapı olduğunu biliyor. Haliyle sol da bunu biliyor. O halde fesih ve silah bırakma neden sadece PKK’nin formel varlığının sona ermesi (ki daha önce de kendini feshedip Kongra-Gel adını almıştı) ve Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadeleye son verme, silahları bırakma meselesine indirgeniyor? (Şu soru da bir kenarda dursun: Özyönetim direnişlerinden bu yana Türkiye’de silahların ağırlığı ne oldu?) Güncel sürecin merkezinde Rojava duruyorsa şu soruların sorulması gerekmez mi: Rojava’daki 50 ya da 100 bin YPG/YPJ savaşçısı silah bırakıyor mu? YPG-SDG-özerk idari-siyasi yapı tasfiye mi ediliyor? Örneğin Tişrin Barajı’ndaki çatışmaların kaderini ne tayin etti? Ve bugün Erdoğan’ın beslemesi SMO’dan tutun da Colani’nin IŞİD artığı çetelerine kadar etrafta kurt sürüsü gibi gezinen katilleri Fırat’ın batısına çivileyen şey ne? Fesih kararı mı? Bu soruların cevabını herkes bildiği halde nedir bu öldük bittik, tasfiyecilik, teslimiyetçilik, değerler feveranları? Devlet Bahçeli 12 Mayıs’ta “PKK’lilerin silahlarıyla birlikte YPG’ye iltihakının dikkatle izlenmesi gerektiği” mealinde bir yazı neşrettiği halde, enternasyonalist dayanışma saflarında şehitler vermiş yapılarda dahi nedir bu kafa karışıklığı? KÖH kuzey coğrafyasından mı ibaret? Yapıp ettiklerinin dar anlamıyla “bizi ilgilendiren” meseleler dışında bir anlamı olamaz mı? Dünya bizim etrafımızda mı dönüyor?
Politika verili durumun analiziyle, düşmanın ve kendi gücünüzün hesaplanmasıyla ve bir dizi karmaşık etkenin değerlendirilmesiyle yapılır. KÖH Gazze, Lübnan, Suriye, İran eksenini ağır şekilde gerileten, Rusya’yı bölgede düşük profile, ağır prestij kaybına sürükleyen bir süreçte belli ki kuvvet-imkân-risk değerlendirmesi yaparak böyle bir adım attı. Yapısını ezdirmemek, halkını olası katliamlardan korumak, kazanımlarını hukuki-meşru ve uluslararası tanınırlık zeminine oturtarak gelecek için bir köprübaşı tutmak istedi. Tüm tarihinde rastlandığı gibi -belki de bu kez en ağırından- risk üstlendi. Ve yine yarım asırlık mücadele tarihinin, birikim ve tecrübelerinin verdiği özgüvenle, eğer süreç akamete uğrarsa bir B planı oluşturduklarından da şüphe edilemez. Tasfiye endişesi duyanların anlayacağı dille ifade etmek gerekirse, “PKK’nin Suriye uzantısı olduğu iddia edilen YPG yüz bine yakın silahlı savaşçısını terhis etmiyor”, keza İran’daki PJAK’ı da. Silahlı mücadelenin kazanımları ve açtığı yol sayesinde kurumlaşan ve fakat bugün kendini yaratan zemini de beslemeye devam eden, hatta bir bakıma siyasi temsil yoluyla Kürt halkının hakkını hukukunu korumada etkin bir rol oynayan yapılar olduğu yerde duruyor. Örneğin son birkaç seçimde Erdoğan’ın temel endişesi -Saray rejiminin/devletin taktik hesaplarında diyelim- gerilladan çok HDP/DEM Parti ekseninin kime oy vereceği olmadı mı? Uzatmayalım. Ortada tasfiye değil bahse konu zeminde manevra yapma ve risk alma hamlesi var. İşler kötüye giderse Rojava, Başur ve Rojhilat’taki silahlı güçler KÖH için bir sigorta olarak değerlendirilemez diye kanun hükmünde kararname mi var ? Ya da terör gerekçesi formel olarak ve bir süreliğine dahi olsa sahneden çekildiğinde hangi sebeple kayyumlar, Kobane süreci tutsakları hapishanede tutulacak? Onların bırakıldığı yerde bırakalım Gezi tutsaklarını Ekrem İmamoğlu Silivri’de tutulabilir mi? Tutulmaya kalkışılırsa 19 Mart’ın kızgın közleri üzerine benzin dökmüş olmaz mı Erdoğan?
Keza, “Kürt savaşı batıdaki halkımızı şovenizme sürüklüyor, sınıf mücadelesini akamete uğratıyor” diyenler için “sınıf mücadelesinin” önü açılmış olmuyor mu? Şaka bir yana Gezi silahların sustuğu bir dönemde, 19 Mart isyanı ise yeni sürecin konuşulduğu günlerde sahneye çıkmadı mı? Bu vesileyle “yerim dar yenim dar” günleri sona ermiyor mu?
“Kürtler Erdoğan’la anlaşıp bizi satacak” diyenlere söylenecek tek söz var: Kürtler kadar taş düşsün başınıza! Bereket İmamoğlu ve Özel bu rezalete mesafeli duruyor, Yılmaz Özdillere, viledalı-faraşlı TV yorumcusu paşa eskilerine kalsa Kürtlere derhal savaş açıp ömrü yettiğince Erdoğan’ın başkomutanlığında yaşamaya razı olacaklar. Kürtler bizi satacak diyenler, emin olunsun tüm tarihleri boyunca Kürtleri........
© sendika.org
