menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hep sizde mi olacak, biraz da bize faşizm (3): Olgunlaşmış bir burjuva diktatörlüğü, geleceğini garantiye alma savaşı

9 0
24.02.2025

“‘Devrimci şiddet’ kavramının kendisi biraz yanlış bir şekilde ortaya atılmış, çünkü şiddetin çoğu değişim için mücadele edenlerden değil, reformu engellemeye çalışanlardan geliyor. Ezilenlerin şiddetli direnişlerine odaklanarak, iktidardaki oligarkların statükoyu korumak için kullandıkları çok daha büyük baskıcı gücü ve şiddeti göz ardı ediyoruz. Bu şiddete barışçıl gösterilere karşı silahlı saldırılar, kitlesel tutuklamalar, işkence, muhalif örgütlerin yok edilmesi, muhalif yayınların bastırılması, ölüm mangası suikastları, tüm köylerin yok edilmesi ve benzeri şeyler dahildir.”

Kara Gömlekliler ve Kızıllar: Rasyonel Faşizm ve Komünizmin Devrilmesi” – Michael Parenti-Siyaset bilimci

Klasik faşizm analizlerinde çoğu kez kapitalizmin emekçiler tarafından yıkılması tehdidine karşı faşizmin bir çözüm umudu olarak ortaya sürülmesi düşüncesi vardır. Kendini zayıf hisseden tekelci sermaye sahipleri korkularını dindirmek amacıyla, sisteme karşı örgütlenen emekçileri milliyetçilikle, ırkçılıkla, savaşla disipline ederek yarınlarını kurtarırlar.

Ancak bu durum 21. yüzyılın geldiğimiz günlerinde, hele de kapitalizmin kalesi ABD’de, tam oluşmuş değil. Genel emekçi sınıfı Amerika’da ne örgütleri ne ideolojileri ne de geleceğe dair bir plan ya da programlarıyla sistemi tehdit eden bir konumda değiller. Ancak sistem, maalesef, emekçilerden daha da fazla, kendisinin zaaflarını ve kırılma noktalarını gayet iyi biliyor. Özellikle de emekçilere giderek yapmayı planladığı saldırılara gelebilecek tepkilerin kendi çatlaklarından kendisini çöküntüye götürebilecek olayların çıkabileceğini görebiliyor.

Kapitalizmin 100-150 yıl öncesinden çok farklı olduğunu, artık tekelci finans kapital ve kumpas-asparagas döneminde çoğunlukla eskisi gibi bir üretim ve artı-değer sömürüsü üzerinden değil, ama talanla, gaspla, el koymayla, şiddetle ve çökme metotlarıyla, yangından mal kaçırır gibi sermayedarların birbirinin elinden kapkaççılıkla edinilen bir varlık birikiminden söz eden düşünürler daha fazla ciddiye alınmaya başlandı. Acımasız üretim, korkunç kâr ve tekelci teknolojik destekli bir altyapıyla değer yaratılması tabii ki arka planda devam edip ama daha çok çevre ülkelere kaydırılırken, bu değerin paylaşılması ve bölüşümünün getirdiği savaş ve kapışmalar daha bir öne geçer gibi görülüyor. Tabii, derhal sorulması gereken, sanki kapitalizmin başında durum çok mu farklıydı? İlkel sermaye birikimi sadece artı-değere üretim sürecinde el koymayla mı olmuştu ki?

Belki küresel anlamda, o eski, geleneksel kapitalizm sömürü metotlarıyla ve eğer “Dünya Sistemi”[1] kategorileriyle adlandıracaksak, çevre ülkeler (periphery) ve yarı çevre (semiperiphery) ülkelerde üretim ve artı değer sömürüsü klasik kapitalizmdeki gibi, hem de 2-3’e katlanmış bir halde, devam etse bile, emperyalizm bu yerel sömürüden de payını almadan edemiyor. Yani üretim emperyalist “çekirdek” merkezlerden giderek çevreye itilse de dünyanın başka yerlerinden el konulan artı değer bir yolla yine merkeze yolunu buluyor. Bu “Dünya Sistemi” anlayışına göre çekirdek merkezlerin tanımı şöyle:

Merkez ülkeler — Bu ülkeler, ileri beceriler ve/veya önemli finansal yatırım gerektiren ürünler üretirler. Yarı çevre ve çevre ülkelerle baskın, genellikle dengesiz ekonomik ilişkilere sahiptirler. Merkez ülkeler, önemli ekonomik, politik ve askeri güce sahip, oldukça gelişmiş, yüksek gelirli kapitalist ülkelerdir. Bu, ucuz işgücü, tarım ürünleri ve hammaddeler için çevre ve yarı çevre ülkelerini sömürmelerini sağlar.[2]

Artık bu merkezlerde gerçek üretimin giderek gözden düşerek, çevre ülkelere itildiği, ama çok denetimli bir şekilde kendilerinin kontrolünde olması garantilenen bir sürece girildiği apaçık. Ancak gerçek üretimin ve üretenlerin ve bu üretimin zorlukları ve sorunlarını uzaklaştırmaya ya da yok etmeye yönelik bu eğilim kendi sorunlarını da derhal yaratmakta. Dikensiz gül bahçesi hayaliyle ve güya emekçisiz bir cennet yaratma teşebbüsüyle kıvranan elitler Amerika’daki gibi bir toplumsal çöküş ve buna bağlı gelecek tepki senaryolarını da imzaladıklarını da gayet iyi biliyorlar. İşte onları panikleten de tam bu kendi yarattıkları çöküş ve bekledikleri tepkiler. Dünyada gelişmekte olan ciddi rakip kapitalist merkezler ve çok kutuplu dünyada ABD’nin kaybetmeye başladığı liderlik konumu tabii ki kaygının öteki kaynağı.

Bu durumda gelişebilecek tepkileri göğüslemenin birinci metodu derhal faşizan uygulamaları yükselterek toplumu kontrol altına almak, eğer o da başarısız olursa, rokete binip başka bir gezegende yaşamak.

Bu tatsız durumdan kaçmanın ütopik çözümünü Elon Musk yönetici sınıflara gayet güzel bir asparagasla satmasını bildi. Krizi paraya çevirmek her kapitalistin ıslak rüyasıdır.

Halklardan ve geleceklerinden korku içinde çitli mahallelerine çekilmiş enayileri Mars’a taşıyacağı proje asparagaslarıyla bunlardan alabildiğine, devletten aldığı da cabası, yatırım alıyor ve tabii kişisel varlığını bugünlerde neredeyse bir trilyon dolara yaklaştıran ilk milyarder oluyor. Elon Musk’ın bu gezegenden ve bizlerden kaçıp gitmek isteyen milyarderlere sunduğu projeye göre insanlık 2029’da, yani bugünden 4 yıl sonra, Mars’a insanlı uçuşlara başlayacakmış. 2050 yılında da bu kırmızı gezegende artık yaşamaya başlayacakmış insanlar. Bu projeye göre milyarderlerimizi Mars’a kaçıracak yolculuk 150 gün sürebilecekmiş, yani neredeyse 5 ay. Sülün Osman’ın bile aklına gelemeyecek böyle bir düzenbazlığı yutturabilmesi için bizim milyarderlerimizin gerçekten çok korku içinde olması gerekir. İşte bu günkü Amerikan faşizmini de besleyen, rasyonel olup olmadığı başka konu, bu onulmaz korku.

4 yıl içinde gezegenler arası dolmuş-otobüs işini başarmaya söz veren girişimcimiz nedense yıllar önce başarılıp bitmiş olması gereken roketlerini düzenli bir şekilde dünyaya indirme sürecini bile tam başaramadı. Koskoca yıldızları ve galaksileri yutan uzaydaki kara delikler gibi para yiyen projenin arkasında ise çalışan halktan toplanan vergiler olmasa tabii ki zaten bir yere gideceği yok. Ama para devlet kaynaklarından ve halkın vergilerinden geldiğine göre, Mars’la aramızda paranın bahsi mi olur?

Bu satırların yazıldığı günlerde bile başarısızlıklar Musk’ın projelerini bir türlü bırakmıyor. Gökyüzünü binlerce uyduyla donatarak dünyanın her bir köşesini dinlemeye fırsat açacak Starlink projesi kapsamında roketler ve uydular devamlı yanarak düşüyorlar. 29 Ocak 2025’te bir uydu 62 parlak ateş topuna bölünerek dünyamıza “sert iniş” yaptı.[3] Ama bu ne ilk ne de son. Daha birkaç ay önce 20 uyduyu yanlış yörüngeye yerleştirmenin utancıyla o uydular “kontrollü bir şekilde” gene dünyaya çaktırılmış, ay pardon, “sert iniş” yapmış, yok olmuşlardı. Eğer size Ocak 2025 ayında Musk’ın 120 tane uydusunun yana yana dünyaya düştüğünü söylersek, kim inanır? Çünkü anaakım medyamız, öğrendiği kendi kendisini disipline etme geleneğiyle bu konuya pek, parmak basmayı bırakın, bahis bile etmek istemiyor. Yine birkaç hafta önce başka bir “çok kullanışlı” roket yerine inememiş bir ateş topu olarak dünya toprağını öpmüştü.

Milyarderleri bizden kaçırıp, birkaç yıla kalmadan Mars’a taşıyıp kurtarma planlarını futbolculara yatırım satan banka müdireleri misali yutturan bu projeyi ve bugün bizim teknolojik olarak nerede olduğumuzu, bunu başarmaya yakın olup olmadığımızı anlamamız için Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilen zavallı iki astronotun başına gelenler hatırlanabilir. Haziran 2024’te sadece 8 günlüğüne istasyona gönderilen bu astronotlar bir sürü teknik sorun yüzünden bir türlü dünyaya geri getirilemiyor. Hâlâ uzayda sallanıp duruyorlar. İstasyonda üç Rus ve iki Amerikalı astronotun yanına zoraki olarak eklenen bu iki kişi, davetsiz misafir olarak uzayda ikircikli bir şekilde 8 gün yerine tam 8 aydır askıda bekliyorlar ki güvenlikli şekilde dünyaya dönebilsinler. Her hafta onları döndürmek için yeni bir plan yapılıyor ama anında bu planın da çalışmayacağı ortaya çıkınca, derhal vazgeçiliyor.

Uzaya 8 günlüğüne gönderilip 8 aydır indirilemeyen astronotlar

Burnumuzun dibindeki iki kişiyi dünyaya geri getirmek bile bu kadar zorken, 225 milyon kilometre öteye “milyarder dolmuşu” hayalleriyle kepçeler dolusu devletin parasını zevkle yakmak ancak Trump’ın sevgili şımarık oğlanı Musk gibi birisi tarafından pazarlanabilirdi. Ve bu harcamaları açlık yaşayan Amerikan halkının gözlerinin içine baka baka yapabilme cüreti ise ancak faşizmin sopası ve disipliniyle gerçekleştirilebilirdi. Üretim yapmak yerine böyle aptalca projelerle “dostlar alışverişte görsün” diyerek yapılan bir meşgale, aynı zamanda kapitalizmin artık bu ölüm yatağında, komada bile değil, kokuşmaya başlamasının güzel bir göstergesi.

Ama Amerikan devletinden her yıl milyarlarca dolarlık kıyak ihale alan Boeing gibi uçak ve silah devi gönderdiği astronotları geri getiremeyince, Trump arpalığı kendi yalakası Musk’a açmak için bu astronotları geri getirme işini ona devretti[4]. Zaten art arda orasından burasından arıza veren uçakları yüzünden karizmayı çizdirmiş[5] Boeing geriye çekiliyor ve doğrusu milyarlarca dolara boğulmuş Musk’ın şirketi Trump’ın bu yeni kıyağıyla şu an bu iki kişiyi geri getirme planları yapmakta. Amerika’nın 5’li çetesinin, yani devletin en kıyak ihalelerini kapatan 5 şirketten birisi olan Boeing öyle yabana atılacak bir şirket olmasa da arkası arkasına utanç verici hataları dikkat çekiyor. Böylece kurtarma operasyonunun fiyakasını da kazanacak Musk, hem parasal açıdan hem de reklâm yaparak aldığı devlet fonlarını ne kadar hak ettiğini halka gösterme fırsatı yakalayacak.

Daha uzay maceralarını bırakalım, Musk, yeni başa geçen babişkosundan hemen yollara saldığı Tesla arabalarının durmadan yanması, şoförden bağımsız kontrolden çıkarak çarpışmalara karışması, binbir kazaya neden olmasının, ve insanları öldürmesinin istatistiklerini karartmak için yollardaki trafik kazalarının tutulan istatistiklerin derhal durdurulmasını istedi.[6] Bu zorunlu karayolları kaza raporuna Musk “Benim arabalarımın kaza raporları şirketimin aleyhine çalışıyor, bizi kötü gösteriyor” diyerek karşı çıkıyor. “Arzun emrim olur” diyen Trump da daha Beyaz Saray’da haftasını bile doldurmadan ilk işlerinden biri olarak bu raporun gereksizliğini bildiriyor.........

© sendika.org