menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Emperyalist sistem, kurulu hukuki nizamını yitirerek içten çökmüştür

6 0
10.02.2025

Gerek yerel ve gerekse küresel ya da gerek ulusal ve gerekse uluslararası her toplumsal birlik, barış içinde bir arada yaşama kabiliyetine ancak ki ulusal veya uluslararası sözleşmelerle ve birliğin her bir üyesinin bu sözleşmelere uymasıyla sahip olabilir. Bu gereklilik zaten sosyal pratiğin bir ihtiyacı ve dayatması olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü ulusal ve uluslararası toplumları barış içinde bir arada tutabilmenin bir başka yolu da yoktur. İşte yerel ve küresel toplumsal sözleşmeler böylesi bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkmışlardır. Fakat toplumların yaşamı statik olmayıp dinamik olduğundan; toplumsal sözleşmeler de buna koşut olarak statik değil, dinamiktirler. Yani istikrarlı geçerliliği ve hükmü ancak ki toplumların onu bir ihtiyaç olarak var eden koşullarının değişme periyodu süresincedir.

Koşulların değişmesine koşut olarak, mevcut sözleşme işlevini yitireceğinden, toplumsal nizamın korunması misyon ve kudreti de sona ermiş olacaktır. Ve bu aşama itibarıyla ulusal veya uluslararası toplumlar, kendilerini bir arada tutan gücü yitirmiş olduklarından; o görece barış ve sükûnet ortamı da kaçınılmaz olarak sona ermiş olacaktır. Orada artık anarşi ve kargaşa hâkimdir. Zorbanın hükmü geçerli olacaktır. “Orman kanunları” denen kural tanımamak ve hesap vermemezlik geçerli değer olacaktır.

Bir süreden beridir yerkürede hem ulusal ve hem de uluslararası sözleşmeler somutunda yaşanan da birebir böylesi bir durumdur. Genelde sınıflı toplumların ve ama özelde de emperyalist-kapitalist sistemin doğasında var olan ben merkezci edinme dürtüsü, rekabet ve tahakküm hırsı sürekli bir şekilde çatışma, işgal, ilhak ve pazar kapma dalaşları vesilesi olmuştur. Toplumların bütünlüklü tarihi üzerinden şöyle kaba bir hesap yapılacak olsa, herhalde ki barış ve sükûnet ortamları devede kulak ölçeği kadar bile çıkmayacaktır.

Bilindiği gibi emperyalist-kapitalist sistemin bu marazi hali insanlığı iki kez topyekûn dünya savaşı felaketine sürükleyecekti. İkinci Dünya Savaşı yıkımının da etkisiyle, güya artık bu türden savaş ve çatışmalı “çözümlerden” uzak durulması adına, sürecin önde gelen devletlerinin önayak olmasıyla, 26 Haziran 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler Antlaşması kabul edilecekti. Sonraki yıllarda tüm devletlerin bu antlaşmayı kabul etmesiyle de uluslararası “barış içinde bir arada yaşama sözleşmesi” karakterine kavuşturulacaktı. Böylece, tüm bileşenlerini bağlayan küresel bir sistemin hukuku/anayasası ortaya konmuş oluyordu. Bununla hedeflenen temel amaç ise şuydu:

1. Uluslararası barışı ve güvenliği korumak ve bu amaçla; barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve bunları boşa çıkarmak, saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak ve barışın bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık veya durumların düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçıl yollarla, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek;

2. Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak; (…)
(

© sendika.org