Eski bir “devrim yolcusu”nun düşünceleri üzerine (I): Kemalizm ve antiemperyalizm
“Bu mücadele sınıflar mücadelesidir. … Sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında, feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur.”
(Mahir Çayan vd., Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup)[1]
Bu yazıda eski Devrimci Yolcu Mehmet Biter’in “Bir Devrim Yolcusu” kitabındaki tezlerinin eleştirisi yapılacaktır.
Mehmet Biter, hem Türkiye’de yaşadığı yıllarda devrimci mücadeleye önemli katkıları olan hem de yurtdışına çıktığı 1984’ten itibaren sol liberal tezlere karşı devrimci ideolojik hattın savunulmasında önemli katkıları olan bir eski devrimci. Ancak, kitabında belirttiği kadarıyla 1990’larda yaptığı okumalarla düşüncelerinde önemli değişiklikler olmuş ve geçmişte mücadele ettiği sol liberal tezlere ulaşmış. Eski mücadele hattına ağır eleştirileri var. Doğal olarak devrimci teorik, ideolojik ve politik hattı savunanların da ona eleştirileri olacaktır. Bu yazı bu amaçla yazılmıştır.
Biter, Mehmet. 2024. Dünden Sonra Yarından Önce: Bir Devrim Yolcusu. Ankara: Dipnot Yayınları. 282 s
Mehmet Biter’in kitabını yayına hazırlayan Fadıl Öztürk, 1 Mayıs 2025’te hayatını kaybetti. Fadıl Öztürk 1970’li yıllarda Elazığ’da ve sonrasında değişik alanlarda, cezaevinde mücadele yürütmüş bir eski Devrimci Yolcuydu. Cezaevi sonrasında ise mücadelesini farklı alanlarda sürdürdü. Fadıl Öztürk’ü saygıyla anıyorum.
Öncelikle, bu türden tartışmalara girdiğimde karşılaştığım sorulardan birisini peşin peşin cevaplamakta yarar görüyorum: “Bunlara zaman harcamaya değer mi? Niye daha güncel konuları tartışmıyorsun?”
Evet, zaman harcamaya da emek vermeye de değer. Devrimciler hem kısa vadeli, günlük mücadelede yer alıp hem de ideolojik tartışmaları aynı anda sürdürebilir, sürdürmelidir. Bu tür polemikler sadece eleştirilen kişi veya gruba dönük yazılmaz. Hatta esas hedeflenen kesim üçüncü taraflar, yani tartışmada doğrudan taraf olmayan ama tartışmaları izleyenlerdir. Ayrıca “Bunlara zaman harcamaya değer mi?” sorusunun bir cevabı da “Ben bu tartışmaların kritik olduğunu düşünüyorum, daha önemli başka konuların olduğunu düşünen arkadaşlara da engel yok. Yaptığınız çalışmaları seve seve okumaya ve yararlanmaya hazırım” şeklindedir. Ama maalesef böyle üretimler de oldukça az.
Mehmet Biter 1948 yılında Dersim Ovacık doğumludur. Ciddi yoksulluk şartları altında, ilk ve ortaokulu Ovacık’ta tamamladıktan sonra Dersim merkezdeki Öğretmen Okulu’na gider ve 1968 yılında mezun olarak öğretmen olur. Bu yıllarda sosyalist olur, yayınları takip eder. Hatay ve Yozgat’ta öğretmenlik yapar, TÖS üyesi olur. Önce Aydınlık Sosyalist Dergi’yi, Mahirler oradan ayrılınca da Kurtuluş dergisini takip etmeye çalışır.
12 Mart cuntasından bir süre sonra Dersim’in köylerine öğretmen olarak atanır. Elazığ’a ulaşım daha kolay olduğundan ilk yıllar Elazığ’da siyasi faaliyet yürütürken zaman zaman İstanbul’la ilişki kurar. 1973 civarında “Kesintisiz Devrim 2-3” yazısı ellerine ulaşır, yazıyı çoğaltarak örgütlenme yapmaya çalışırlar. Bölgede Kaypakkayacılarla ve diğer gruplarla tartışmalar yürütürler. Elazığ ve Dersim’de THKP-C sempatizanı bir grup oluşur. 1974’te TSİP kurulunca Elazığ’dan bir grup THKP-C sempatizanı TSİP’li olur. Dersim’de oluşan THKP-C sempatizanı gençlik ekibinin çoğu, 1975’te Necmi Demir ve arkadaşlarının sekiz sayfalık yazısı sonrasında, sonradan Halkın Yolu olacak olan bu gruptan olur. Mehmet Biter, Dersim merkeze daha yakın bir okula tayinini aldırarak Dersim’le ilgilenmeye başlar ve burada yeniden bir grup oluştururlar. 1975 sonlarında Devrimci Gençlik dergisi yayımlanmaya başlayınca Devrimci Gençlikçi olur ve Ankara ile ilişki kurar. Biter’in anlatımına göre bölgeye 1976 sonlarında kısa bir süre Ali Alfatlı, 1977 başlarında ise Yaşathak Aslan gönderilir. (Yaşathak Aslan ise bölgeye 1978 Şubat ayında gittiğini belirtmektedir.) 1978’de yaşanan Devrimci Sol ayrılığında Elazığ örgütlenmesinin önemli kısmı Devrimci Sol’a geçerken Dersim örgütlenmesi büyük oranda Devrimci Yol’da kalır. 1978 sonlarında Melih Pekdemir bölgeye gelir. Sivas, Dersim, Elazığ, Erzincan, Malatya, Diyarbakır ve çevresini kapsayan bir bölge komitesi oluşturulur. Melih Pekdemir, Mehmet Biter ve Mehmet Tekin bölge yürütmesi olarak faaliyet yürütür. Mehmet Biter, bu dönemde öğretmenlikten ayrılır. DY merkezinin kararıyla, 1980 ilkbahar aylarında Melih Pekdemir ile birlikte bölgedeki ilişkileri devredip “Teorik Büro” oluşturmak için İstanbul’a giderler. Burada İstanbul örgütüyle temas kurmadan, yerleşme ve Teorik Büro hazırlıkları yaparlar. 12 Eylül darbesi olduktan sonra bir süre çalışmaları yürütürler. 1981 Ocak ayında Merkez Komite üyeleri yakalanır. Mehmet Biter’in ilişkileri büyük oranda kopar. 1981 Mayıs ayında İstanbul Komitesi’nden kalanlarla ilişki kurarlar ancak onların yediği operasyonda 1981 Haziran ayında Mehmet Biter de yakalanır. İstanbul ve Elazığ’da 96 gün süren gözaltı sürecindeki işkencelerden Mehmet Biter çözülmeden, direnerek çıkar, tutuklanır. Elazığ Cezaevi’nde kalır. Üstüne atılı suçlar kanıtlanamayınca 1983 yılında tahliye olur. Bir süre Ankara’da yaşar ancak tekrar polis tarafından aranınca 1984 Ocak ayında Yunanistan üzerinden yurtdışına çıkar.
Yunanistan’dayken Devrimci Yol’un yurtdışındaki yazılarını ve tartışma tutanaklarını okur. Pasaport ve iltica işlerini çözerek Almanya’ya gider. Taner Akçam’ın sol liberal tezlerine karşı İbrahim Sevimli ve çevresiyle birlikte davranır, yazılar yazar, toplantılara katılır ve devrimci hareketin görüşlerini savunur. Yürütülen mücadele sonucunda 1984 sonbaharında Devrimci İşçi grubunun yönetimini kazanırlar ve sonrasında Devrimci İşçi yayınını bu çevre sürdürür. Dergide bir yandan göçmen sorunları üzerinde durulurken bir yandan da başta Taner Akçam çevresi olmak üzere ideolojik tartışmalar yürütülür, siyasi çalışmalar yapılır. Zaman içinde Mehmet Biter’in İbrahim Sevimli ve çevresi ile sorunları giderek artar. 1993-1994’te tartışmalar yoğunlaşır ve 1994 yılında Devrimci İşçi dergisi yayınına son verir. Mehmet Biter, kuruluş sürecinde Avrupa’daki ÖDP tartışmalarına katılır ancak bir süre sonra kopar. 1998 sonrasında zaman zaman Türkiye’de kalır. Birgün gazetesi çıktığında bir süre gazeteye yazı yazar, sonrasında oluşan düşünce ayrılığı nedeniyle yazıları sona erer.
Özetle, Mehmet Biter uzun yıllar devrimci harekette önemli görevler üstlenmiştir, örgütlenmede ve ideolojik mücadelede önemli katkıları olmuştur. Bu özellikleriyle saygıyı hak etmektedir. Ancak 1990’larda başlayan bir savrulmayla günümüzde Türkiye’ye dönük yanlış değerlendirmeler yapmakta, devrimcilere dönük ağır ithamlar ileri sürmektedir.
İçerik tartışmasına girmeden bir açıklama daha yapmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Bu yazıda Mehmet Biter’in görüşlerini Mahir Çayan’ı temel alarak eleştiriyorum. Bu açıklamanın, geçmişi bilenlerde 1974-80 döneminin “Mahir Çayan’ı savunup savunmama” tartışmasını hatırlatması muhtemeldir. Ancak, köprülerin altından çok sular akmış olduğundan dolayı, bugün yapılan tartışma biçim açısından 1974 sonrasına benzese de içerik açısından farklıdır. 1974-80 dönemi, 12 Mart cuntası karşısındaki yenilgiye ve kadrolardaki savrulmalara rağmen halk hareketinin yükseldiği, halk ve gençlik içinde devrimci hareketin prestijinin yüksek olduğu, Hüseyin’in, Ulaş’ın, Mahir’in ve Kızıldere direnişinin hatırasının çok etkili olduğu bir dönemdir. Mahir’in yazıları, özellikle de “Kesintisiz Devrim 2-3”, diğer gruplar ve yenilginin etkisiyle yılgınlığa düşüp sağa savrulan eski THKP-C’liler tarafından çok eleştirilmekte ancak genç kadro adaylarında çok etkili olan bir ideolojik zemin oluşturmaktadır. Bugün ise bambaşka bir iklimdeyiz. Türkiye devrimci hareketi 12 Eylül darbesi karşısında ağır bir yenilgi almıştır. Bu yenilgi sadece politik ve örgütsel bir yenilgi olmakla kalmamış, dünya sosyalist hareketinin gerilemesiyle de birleşerek ideolojik savrulmalara yol açmıştır. Kürt yurtsever hareketinin gelişmesi sosyalist hareketin ise zayıflaması Türkiye sosyalist hareketi üzerinde Kürt yurtsever hareketinin tezlerinin etkisini güçlendirmiştir. 1970’lerde Marksizm-Leninizm temelinde yola çıkma iddiasındaki Kürt yurtsever hareketi de 1990’lardan itibaren, artık kendisine ayak bağı olan, ML ideolojiden kurtulup emperyalist sistemle daha az çatışarak önünü açacak yeni ideolojik arayışlar içindedir ve bu durum yıllardır Türkiye solunu da yoğun olarak etkilemektedir. Ayrıca Mahir’in yazılarının üstünden 50 yıldan fazla bir zaman geçmiş, toplumsal güçlerde değişiklikler olmuş, yeni tartışmalar gündeme gelmiştir. Mahir’in devamcısı olduğunu iddia eden gruplar ise 80’lerden sonra, fikriyatın devrimci bir temelde güncelleştirilmesi, derinleştirilmesi, yeni sorun alanlarını kapsayacak şekilde geliştirilmesi konusunda çok yetersiz kalmıştır. Yine de Mahir bugün de Türkiye’ye ilişkin doğru tespitleri ve ülkedeki gelişmeleri açıklayabilmek için temel oluşturan bakış açılarıyla önemli bir zemin sunmaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, bugün Mahir’in tezlerini temel alarak tartışma yürütmenin bir kolaycılık olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Tabii ki, eleştirilerim “sen Mahir’le çelişiyorsun” olarak değil “sen yaşadığımız ülke ve dünya gerçekliğiyle çelişiyorsun” iddiasıyla yapılmakta ve burada Mahir’in yol göstericiliğinden yararlanılmaktadır. Öte yandan bu yazıda Mahir’in tezlerinin değerlendirilmesi ve güncele ilişkin yorumlanmasının sorumluluğu bana aittir.
Biter’in kitabından küçük bir anlatıyla başlayalım. 1974 affı sonrasında Necmi Demir ekibinin yazdığı 8 sayfalık yazı sol saflarda dolaşır ve tartışılır. Mehmet Biter İstanbul’da Ömer Güven’le bu yazıyı tartışır. Biter, yazının THKP-C çizgisinden sapma olduğunu ifade eder.
Ömer Güven ise bana, THKP-C çizgisini reddetmediklerini, yeni birtakım açılımlar yaptıklarını anlatmaya çalışmıştı. Mahir’in ideolojik çizgisine bağlı insanları kolayca ikna edemeyeceğini bildiği için, yeni görüşlerini kamufle etme çabası içinde olduğunu anlamakta gecikmemiştim. Ömer epey dil dökmüş, ama beni ikna edememişti. (Biter, 2024, s. 74)
Bu taktik anlaşıldığı kadarıyla eski ve eskimeyen bir taktik. Mehmet Biter söz konusu tartışmadaki Ömer Güven taktiğini bu kitapta kullanıyor. Biter, başta antiemperyalizm ve Kemalizm değerlendirmeleri konusunda pek çok konuda Mahir Çayan’dan köklü şekilde farklı ve hatta zıt yönlerde düşünse de Mahir Çayan’ı doğrudan karşısına almayıp solun genelini veya Mihri Belli’yi eleştirerek kaçak tartışıyor.
Biter, 1974-75 civarında Kaypakkayacılarla olan tartışmalar ve Kaypakkaya’nın yazıları üzerinde durarak geçmişteki ve bugündeki düşünce değişimini aktarıyor:
İ. Kaypakkaya’nın en ilginç yazısı Kemalizm üzerine olanıydı. Bu yazı, sosyalist solda savunulan tarih anlatısının tamamen dışına çıkıyordu. Kemalizm’in, sol kesimde genel kabul gören anti-emperyalist ulusal kurtuluşçu bir hareket olduğu şeklindeki tanımlamayı reddederek, bu hareketin 1. Dünya savaşında Alman emperyalizminin işbirlikçisi bir hareketin, İttihatçı hareketin devamı faşist bir diktatörlük olduğunu tespit ediyordu. Türkiye’deki siyasi mücadelenin emperyalizmin işbirlikçisi iki kanat arasında cereyan ettiğini vurguluyordu. Bu analiziyle, İbrahim Kaypakkaya diğer soldan tamamen ayrılıyordu. Kaynak olarak Nikitin’den yararlanmıştı. Bu yazı, o güne kadar savunduğumuz görüşleri tersyüz ediyordu. Doğal olarak karşı çıkmıştım. Ama bugün, bu analizin dikkate değer önemli bir tez olduğunu düşünenlerdenim. (s. 79-80)
…
Yurtdışı sürecinde, Cumhuriyet tarihi üzerine yaptığım okumalar, resmî ideolojinin bize sunduğu tarih anlatısının büyük ölçüde yalanlar üzerine inşa edilmiş bir anlatı olduğunu göstermişti. Ve en vahimi, Türkiyeli sosyalistler, hayali kurgular üzerine inşa edilmiş bu tarih anlatısıyla barışık yaşamayı içlerine sindirebilmişlerdi. Türkiyeli sosyalistlerin Kemalist milliyetçilikle kurdukları birleşik ilişki tarihinin nereye uzandığını incelediğimde, bu ilişkinin 1920’lere kadar gerilere gittiğini görmüştüm. (s. 238-239)
Biter’in, sosyalistlerin Kemalizm’le ilişkileri konusunda okumalarıyla vardığı sonuçlar ise onu antiemperyalizm karşıtlığına götürmektedir. Biter, Bolşevikler’in Ekim Devrimi sonrasında Batı’da beklenen devrimler gerçekleşmeyince “karşı-devrimci güçlerin kuşatmasını kırmak için sömürge ülke milliyetçi hareketleriyle ittifak politikası” gündeme getirdiklerini ve bu amaçla 1920’de Bakü’de Halklar Kongresi düzenlendiğini ifade ediyor. Bu politika doğrultusunda Lenin ve SBKP’nin oluşturduğu tezlerin milliyetçilikle sosyalistler arasındaki sınırların silikleşmesine yol açtığını savunuyor.
Sömürge ülke milliyetçi hareketleriyle anti-emperyalist ittifak politikası, bizim gibi ülkelerde, sosyalistlerle milliyetçi hareketler arasındaki ideolojik-politik sınırların silikleşmesine ve kaybolmasına neden olmuştu. Bu durumda bir kişi sosyalist olduğu kadar milliyetçi de olabiliyordu. Savunulan fikirlerin bir bölümü milliyetçi, diğer bir bölümü sosyalist olabiliyordu. (Biter, 2024, s. 239)
Yine Biter “20. Yüzyıla damgasını vuran Marksizm, aslında, sömürge ülke milliyetçiliğini içinde taşıyan Marksizm’in milliyetçi yorumuydu” (s. 240) sonucuna varıyor.
Sömürge ülke milliyetçi hareketleriyle sosyalist hareketler arasında kurulan ortak zemin anti-emperyalizmdi. Bu zemin, her iki hareket arasında bir köprü işlevi görüyordu. Her iki mahalle arasında akışı sağlayan bu köprü dönemin koşullarına göre çift taraflı çalışır. Ekim Devrimci günlerinde bu köprüden akış, milliyetçilikten sosyalist harekete doğru olmuştur. Birçok milliyetçi yakalarına “Sosyalist” rozetini takarak Bolşevik partisi saflarına katılmıştır. … Sosyalist hareketlerin yenilgi dönemlerinde ise, bu köprüdeki akış tersine dönebilir, baskılanan milliyetçi dürtüler açığa çıkar ve milliyetçi mahalleye doğru akış başlar. Anti-emperyalizm her tür ırkçı-milliyetçi hareketlerin ideolojik bayrağı haline gelir. Tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi… (s. 240)
Mehmet Biter, burada iyice ifrata........
© sendika.org
