menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türkiye’de medyanın dijital yeterlilik analizi: Zorba iyimserlik rejimi ve alternatif basına algoritmik engel

4 10
17.03.2025

Türkiye’de ‘zorla güzellik olmaz’ diye bir söz vardır. Görünen o ki, zorla güzellik olmuyor ama teknoloji devleri tarafından bize ‘zorba iyimserlik’ dayatılıyor.

İnsanlığı koruma refleksiyle şekillendirilen yapay zeka, insanlığa çocuk muamelesi yapmaya başlıyor. Gerçek dünyadaki acı gerçekleri yumuşatıyor, sert haberleri daha az görünür hale getiriyor ve böylece ‘zorba iyimserlik’ dediğimiz bir sistem ortaya çıkıyor. Doğru bilgiye erişim hakkı, algoritmaların etrafımıza yarattığı pembe filtrenin içine hapsediliyor.

Türkiye’de dijital medyanın önde gelen alternatif haber sitelerinden biri olan Gazete Duvar da bu pembe filtrenin sebep olduğu maddi sıkıntılar ve düşen ziyaretçi trafiği nedeniyle yayın hayatına son verme kararı aldı.

Ekim 2024’ten beri benzer şekilde erişimlerinin kısıtlandığını belirten diğer dijital gazeteler ise, yayın hayatlarını sürdürmelerine rağmen hem Gazete Duvar ile dayanışmalarını göstermek, hem de aynı kaderi paylaşabilecekleri endişesiyle tepkilerini dile getirmek için Google’ın yıkıcı ambargosunu protesto ediyoruz başlığıyla kamuoyuna açık bir mektup yayınladılar.

Büyük teknoloji şirketleri, yapay zeka sistemlerini geliştirirken üç temel motivasyonla hareket ediyor:

1. İnsanlığın yapay zekadan korkmasını önlemek: Böylece yapay zekanın gelişimine engel olunmaması sağlanıyor. Eğer toplum, yapay zekanın tehlikeli olduğu düşüncesine kapılırsa, bu alandaki yatırımlar azalabilir ve teknoloji şirketleri hem ekonomik hem de stratejik kayıplar yaşayabilir.

2. Yapay zekanın kullanıcılar üzerinde olumsuz sonuçlar doğurmasını engellemek: Olası trajedilerden ve büyük tepki çekebilecek hatalardan kaçınarak, linç kampanyalarının ve düzenleyici kurumların baskılarının önüne geçmek hedefleniyor.

3. Kullanıcıları mutlu etmek ve fayda sağlamak: Kullanıcılar yapay zekadan memnun kaldıkça, onunla daha fazla etkileşim kuruyor, daha fazla veri üretiyor ve sistemin öğrenme süreci hızlanıyor. Bu da, yapay zekanın gelişimini sürdürülebilir hale getiriyor.

Bu üç temel motivasyon, teknoloji devleri için yapay zekayı nasıl şekillendireceklerini belirleyen en büyük çerçeve haline gelmiş durumda.

Bu kriterlere bağlı kalarak yapay zeka yatırımlarını genişleten teknoloji devleri “kullanıcılarını mutlu etmek ve fayda sağlamak” amacıyla ve “insanlarda olumsuz bir etki yaratmaması” isteğiyle çoğunlukla ‘olumlu’ ve ‘nötr’ içerikleri öne çıkaracak şekilde geliştiriyor.

Ancak sosyal medya platformlarından yapay zeka destekli dil modellerine, arama motorlarından içerik keşif sistemlerine kadar genişleyen bu düzenleme, eleştirel içeriklerin ve sert toplumsal gerçekliklerin görünürlüğünü sistematik olarak azaltıyor.

İnsanlığı koruma refleksiyle şekillendirilen yapay zeka, bu kez insanlığa çocuk muamelesi yapmaya başlıyor. Gerçek dünyadaki acı gerçekleri yumuşatıyor, sert haberleri daha az görünür hale getiriyor ve böylece ‘zorba iyimserlik’ dediğimiz bir sistem ortaya çıkıyor. Doğru bilgiye erişim hakkı, algoritmaların etrafımıza çizdiği pembe çerçevenin içine hapsediliyor.

Üstelik burada göz ardı edilen önemli bir konu var: Olumlu ve olumsuz içerikler arasındaki ayrım kim tarafından ve nasıl yapılıyor?

İnsan yaşamı gibi kritik konular tartışılırken felsefi açmazlara (örneğin tramvay ikilemi gibi etik sorulara) giriyoruz, ancak yapay zeka destekli algoritmaların çevremize kurduğu bu pembe filtreyi sorgulamanın vakti geldi de geçiyor bile.

İnsanlık yapay zekaya sınırlar çizerken, aslında farkında olmadan onun da insanlığa sınırlar çizmesine neden olunan bu noktada neyin ‘olumlu’ neyin ‘olumsuz’ olduğuna kim karar veriyor? Ve bu kararlar, toplumun haber alma hakkını nasıl etkiliyor?

Yapay zekanın giderek artan bu dolaylı sansür etkisi, artık yalnızca basının ve teknolojinin meselesi değil, yasalar ve uluslararası antlaşmalarla düzenlenmesi gereken bir konu haline gelmiş gibi görünüyor.

Alternatif basın, buz dağının görünen yüzüne odaklanarak kamuoyuna yaşanan süreci ‘sansür‘ olarak yansıttı.

Ancak derinlemesine bakıldığında teknik altyapı yetersizliklerinin de sansür mekanizmasını perçinleyen bir unsur olduğunu da söylemek mümkün.

Herkesin Google Page Speed Insights gibi basit araçlarla yapabileceği türden analizlerle bu medya kuruluşlarının neredeyse hepsinin teknik olarak geri kalmış, mobilde başarısız ve yavaş web siteleri olduğu gerçeği gözlemlenebilir.

Not: Bu yazı için Türkiye’de Medyanın Dijital Yeterlilik Analizi adlı bir çalışma yaptık ve verilerin hala aynı olduğunu gördük. 15-16 Mart 2025 tarihinde toplanmış verilerden oluşturulan bu analizde birçok dijital gazetenin mobil ve desktop hızlarına erişebilirsiniz.

Burada ayrıca algoritmadan etkilenecek sitelerin olumlu-olumsuz-nötr içerik yüzdelerine ulaşabilirsiniz. Bu verilerin ortaya koyduğu tablo, alternatif basının neden daha az görünür hale geldiğini anlamamız açısından kritik.

Peki, yapay zeka destekli algoritmalar, içerikleri hangi kriterlere göre değerlendiriyor? Alternatif, anaakım ve yandaş medyanın içerik kompozisyonları arasındaki farklar ne anlatıyor? Bir sonraki bölümde, bu soruların yanıtlarını Türkiye’de Medya’nın Dijital Yeterlilik Analizi kapsamında elde ettiğimiz sonuçlarla ele alacağız.

T24 yazarı Eray Özer’in Google Arama’nın global basın sözcüsü Danny Sullivan ile yaptığı söyleşi, konuyu daha sağlıklı bir çerçeveye oturttu ve bilgi kirliliğini önleyen önemli bir adımdı.

Danny Sullivan’ın açıklamaları için aslında bir Google yetkilisine bile gerek yoktu. Türkiye’de dijital pazarlama ve SEO ile ilgilenen herhangi bir uzman benzer cevapları verebilirdi. Ancak bu açıklamaların Google sözcüsü tarafından dile getirilmesi, en azından “çözümcü bir anlayışla meseleye yaklaşılıyor” algısını yarattı ve benim gözümde de konunun hem basın hem de Google tarafından tamamen görmezden gelinmediği fikrini pekiştirdi.

Aslında Sullivan’ın verdiği yanıtlar ne kadar muğlak olursa olsun, Google’ın işleyişini bilenler için şaşırtıcı değildi.

Örneğin, Google’ın arama motoru üzerine en yetkin isimlerinden biri olan John Mueller de hiçbir zaman net vaatlerde bulunmaz. “Doğru olan metodlar şunlardır, bunlara özen gösterilmesi gerekir” gibi genel ifadeler kullanır ancak bu uygulandığında bile sonuçların değişeceğine dair bir teminat vermez.

Bizler de bu ekosistemde çalışan dijital pazarlamacılar, reklamcılar ve yazılımcılar olarak Mueller’in bile net vaatlerde bulunmadığı bir sistemde, kesin sonuçlar vadetmenin açıkça yalan söylemek olacağını biliriz. Bu yüzden Danny Sullivan’ın her soruya muğlak ifadelerle genel çerçeveden yanıt vermesi şaşırtıcı değildi.

Ancak alternatif basının tatmin olmamasının sebebi, görüşmeyi “sorunun kaynağını anlama” amacıyla değil, “çözüm mercisine talep iletme” olarak değerlendirmeleriydi.

Oysa şu açık bir gerçek: Google’ın yapay zeka yatırımlarına yön verenler sadece mühendisler değil, sermayedarlar, yönetim kurulu ve stratejik karar alıcılardır. Algoritmada bölgesel taleplere göre bir değişiklik yapılması mümkün değildir; bu tür değişiklikler küresel ölçekli, uzun vadeli stratejik kararlarla hayata geçirilir.

Bu noktada en önemli detay ise Şirin Payzın ve Murat Sabuncu’nun da yer aldığı T24 YouTube yayını sırasında Eray Özer’in değindiği bir ayrıntı aslında kritik bir noktaydı:

Danny Sullivan, ‘sansür’ ile ilgili her soruya öfkelendi

Bu ayrıntının ortaya koyduğu tablo bana şunu gösterdi: Ne bizim alternatif basınımız ne de Google yalan söylüyordu. Ancak ortada bir gerçeklik vardı ve bu gerçekliği görmek için;

1. Google’ın büyük verisine sahip olmamıza gerek yoktu. Düzinelerce dijital gazete “trafiğimiz azaldı” diyordu – ki bu, tek başına yeterince büyük bir veri anlamına geliyordu.

2. Google, bilinçli bir sansür uygulamadığını söylüyordu ve sözcüsü, bu iddianın konuşulmasından bile rahatsız oluyordu.

Buradan yola çıkarak, Danny Sullivan’ın söyleşisini detaylı incelediğimde başka bir detay daha fark ettim;

Sullivan, Google’ın bilinçli bir sansür uygulamadığını vurguluyordu ancak bir yandan da algoritmanın böyle olumsuz sonuçlar doğurmuş olabileceğini kesinlikle reddedemiyordu.

Bu şu anlama geliyordu: Google belki kasıtlı olarak sansür yapmıyordu ama yapay zeka destekli algoritmada yapılan küçük bir değişiklik, farkında olmadan bir sansürü tetiklemiş olabilirdi.

Bu zaten sansür olduğunu düşünenler için bir şey ifade etmeyebilir ancak biz uzmanlar için önemli bir detaydı.

Çünkü biz de Sullivan da yapay zekanın kendisine çizilen çerçevede özerk bir şekilde ilerlediğini çok iyi biliyoruz.

Dolayısıyla bir çocuğun ebeveynleri onu iyi niyetle yetiştirmiş olabilir, ancak bu onun ileride suç işlemeyeceği anlamına gelmez. Hatta yetiştirilme biçimindeki bazı hatalar bu suçun motivasyonu haline bile gelebilir.

Bu ipuçlarını takip ederek derinlemesine araştırmalara başladım. Fikrine kıymet verdiğim uzmanlarla yaptığım görüşmeler ve saha verileri, yapbozun parçalarını birleştirmemi sağladı.

Ve araştırmamın sonucunda şu sonuca vardım:

1. Bizim basın haklı: Ortada bir sansür var.

2. Ancak bu Google’ın belirttiği gibi: Bilinçli ve kasıtlı bir sansür değil. Bu, dünyada yaşanan büyük bir teknolojik devrimin: Yapay zeka devriminin yan etkisi (ama nihayetinde sansür).

Özetle bizim basın da Google da haklı çıktı.

Peki, bu sonuç verilerle nasıl doğrulanıyor?

Alternatif, anaakım ve yandaş medyanın içerik kompozisyonu yapay zeka tarafından nasıl değerlendiriliyor?

Bu soruların yanıtlarını, Türkiye’de medyanın dijital yeterlilik analizi kapsamında elde ettiğimiz sonuçlarla bir sonraki bölümde ele alacağız.

Alternatif basının görünürlüğünün azalmasının nedenlerini anlayabilmek için Türkiye’de medyanın dijital yeterlilik analizini yaptık.

Bu analiz için önce 46 basın........

© sendika.org