menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Şehir Hayatı, Kültürel Yozlaşma ve Biz

6 0
05.06.2025

Aşkın olmadığı sokaklara bankalar hâkim olur.
(Cahit Zarifoğlu)
"Hüner, bir şehir bünyad eylemektir;
Reaya kalbin âbâd eylemektir"
(Fatih Sultan Mehmet Han)

Türkiye’de “şehir” var mı? Ya da bugün sokaklarında dolaştığımız ve adına “kent” dediğimiz Malatya gerçek anlamda bir “şehir” sayılır mı?
Bu mekânların şehir kültürü ve yaşama tarzı nerede?
Şöyle bir kafamızı kaldırıp çevremize baktığımızda ya da Karakavak’tan başlayıp İstasyon Caddesi, Kışla caddesi boyunca yürüyüp, Çöşnük’e vardığımızda ne görüyoruz? Gecekondular, çirkin ve iğreti binalar, kirli havalar, çıplak dağlar, arabalar, egzoz dumanları, zevksiz ve estetikten yoksun tabelalar, dar kaldırımlar, çarpık şehirleşme, seyyar satıcılar ve bunların arasında dolaşan asık suratlı insanlar…
Şu yaşadığımız şehirde sadece İslam’ın değil, bütün inançların kendisini rahatlıkla ifade edebileceği, kültürel değerlerini sürdürülebilir şekilde yaşayabileceği bir atmosfer var mı?
Özgün kültür nerede?
Bu şehrin tarihi ve mimari yapısı nerede?
Malatya’nın bir kimliği ve kişiliği var mı?
Bu vakayı nasıl çözümleyeceğiz?
Bu niye böyle oldu?
Pagan kültürün, seküler zihniyetin şekillendirdiği Batı orijinli siyasal, politik, ekonomik yapılanmanın veya öykünmenin vazgeçilmez sonucu, ne Batı ne de Doğu olabilmiş, arafta sıkışmış kişiliksiz/kimliksiz bir profil çıktı karşımıza…
İşte seküler liberalizmin altın tabakta bize sunduğu hayat:
Konut sıkıntısı, gecekondulaşma, yoksulluğun ve suç oranlarının artması, zengin ile fakir arasındaki uçurumun büyümesi, sağlık sorunları, altyapı yetersizliği, trafik tıkanıklığı, çevre faciaları, su, toprak ve havanın kirlenmesi, yeşil alanların azalması, küresel ısınma, yabancılaşma, yaban hayatın yok olması, gürültü kirliliği, şiddet, gerilim, stres, intihar, dilencilik, işsizlik…
Şehir nedir? Şehir estetiği nedir? Mekân tasavvurumuz, çevre, tabiat, canlı tasavvurumuz nedir?
Bütün bu sorular gündemimize çok az gelen konulardır. Hâlbuki bizim bir mekân ve tasarım tarifimiz olmalı değil midir? Allah-insan-mekân (kâinat) üçgenindeki ilişkilerin boyutları, hangi inanca ve tasavvura göre belirlenmektedir?
Biz çevreye nasıl bakarız?
İnsan, Allah, çevre… Çevre; yaratıcının bir tezahürü…
Biz biliriz ki, kendimiz de çevremiz de, bu kâinat da bize Allah’ın bir emanetidir. İsraf edemeyiz, hor kullanamayız, menfaatimiz için tabiatın sırlarını ve sınırlarını fazla zorlamamalıyız Tabiat, bir dereceye kadar tahribatın acısına dayanabilir. Ya sonrası? Tam bir felaket olur. Küresel ısınma, kuraklık, ozon tabakasının delinmesi, küresel çevre kirliliği…
İnancımız ile Sekülarizmin (dünyevilik) tabiata bakış açısı taban tabana zıttır. Birisi onu anlamayı, onunla dengeli bir şekilde yaşamayı şiar edinirken, ötekisi tabiatı zapturapt altına almayı, daha çok menfaat ve zevki için onu tüketmeyi hedef edinmektedir.

Konuttan başlamamız lazım...
Konut kavramı sadece barınacak bir yer, işyerleri sadece geçim parasının kazanıldığı bir ticari dükkân, şehirler sadece zevk ve tüketim için yaşanacak mekânlar mıdır?
Binalar ve binalardan oluşan şehirler moral ve ahlaki değerler göz önüne alınarak mı inşa ediliyor?
Yani konut yapımı sadece teknik ve fiziki bir mesele midir?
Yerleşim düzeninin ve kentlerin dokusunun yerel kültüre ve inanca göre şekillenmesi gerekmez mi?
Peki, bir insan eve inancının şeklini verebilir mi?
Konutların planlarına bir göz atalım. Bir ev neye göre çizilir? Kaç kişi yaşayacak içinde? Nasıl yaşayacak? Lavabolar, tuvaletler nasıl olacak? Pencere nereye açılır, çatısı balkonu........

© Samimi Haber