Itır sever misin?
“Itır sever misin?” deyiverdi Tarık bir anda. Arabayı park etmiş, yeni hayallerimizi konuşmak üzere kahvaltı edeceğimiz mekana doğru yürüyorduk. Itırı sevmeyi, hatta onu tanımayı bırak, betonun arasına sıkışmış bir çiçeğin yanından geçtiğimizin dahi pek farkında değildim. Gerçi bakışım başka yöndeydi, ıtırla da aramda Tarık vardı. Yine de... Itırın parlak, çiçeksi üst notalar ve naneli alt tonlarla bezeli kokusu sabahımı renk katan zenginleştirici bir sürprizdi.
Renk deyince… Mart ayında yazmıştım. İngiltere’de Londra merkezli bir müzeler grubu olan Science Museum Group 1850’li yıllara dayanan koleksiyonlarındaki gündelik eşyalar üzerinde yaptıkları bir araştırmada o yıllardan günümüze hayatımızda rengin azaldığını, farklı renklerin yerini grinin tonlarına bıraktığını tespit etmişti. O yazımda hayatımızdaki rengin kaçışını şehirleşmeye bağlamıştım. Rengin kaçışının içimizin soğumasına, hayat enerjimizin düşmesine, sokaklarda birbirimize görünmez olmamıza neden olduğunu düşünüp rengi hayatımıza geri davet etmeyi önermiştim.
Meğer sadece renk değilmiş hayatımızdan kaçan. Kelimelerimiz de eksiliyormuş. Daha doğrusu doğaya ait kelimelerimiz dillerimizden yok oluyor yerini teknik, teknolojik sözcüklere bırakıyormuş. Evet üniversite yıllarımdan beri bilirim. Dil yaşayan bir kültür ürünüdür. İnsan evladı, dolayısıyla toplumlar ne yaşarlarsa, nasıl yaşarlarsa kullandıkları lisan da onların yaşamlarını yansıtacak şekilde eğilir, bükülür, dönüşür. Bazı kelimeler geçmişin karanlık kuyularında kaybolur. Bu kayboluş kimi yaşam inceliklerinin de kayboluşudur. Sessizleşen kelimeler silikleşen kültürlerin uzak anımsatıcılarına dönüşür. Giderek anılar da silinir hafızalardan. Yeni bir yaşam yeni bir dünyanın göstergesidir olsa olsa.
Yaz aylarında Earth Journal’da yayınlanan bir araştırma doğa ile ilgili kelime ve terim kullanımının 1800 - 2019 arasında yüzde 60’tan yüksek bir oranda azaldığını ortaya koydu.........
© Şalom
