Yalnızlık Terapisi-1
GİRİŞ
Günümüzde nice insan âdeta şu şarkının sözlerini mırıldanır:
Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım.
Bir haykırsam belki duyulur sesim.
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım…[1]
İnsan çok girift bir mahiyete sahiptir. Kendisine bahşedilen kabiliyet potansiyelleriyle hayatını tanzim eder, ruhen ve bedenen mutlu olmaya çalışır. Ancak mutluluğa giden yol düz değil, engellerle doludur. Bu engellere takılanlar ruhen ve bedenen sıkıntılara maruz kalır.
“İnsan” kelimesi Arapça “üns” kökünden gelir. İnsan tabiatı itibarıyla ünsiyet arar ve ünsiyete muhtaçtır. Bu mana Sosyolojide “İnsan sosyal bir varlıktır” şeklinde ifadesini bulur. Yani bu insan tek başına yaşayamaz, şahsi hayatını topluluk içinde devam ettirir, ihtiyaçlarını onlar vasıtasıyla karşılar.
Bununla beraber hayat yolunda yalnızlık da bir realitedir. İnsan, hayatın akış seyri içinde zaman zaman yalnız da kalabilir. Ancak bu -normal şartlar altında- sevilen ve istenen bir şey değildir. Öyle ki halkımız arasında “Yalnızlık Allah’a mahsustur” denilir.
Yalnızlık, insanın -boşluk duygusuyla karışık olarak- kendini dünyadan kopmuş hissetme duygusudur. Kendini yalnız gören bir insan güvensizlik, dışlanmaşlık, terkedilmişlik, ümitsizlik gibi duygular yaşar.
Tabiatı itibariyle bu insan sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşmak ister. Sevinçler paylaştıkça artar, üzüntüler ise paylaştıkça azalır. Yalnız kimse ise böyle bir imkândan mahrum kalır.
İnsan toplulukları eskiden daha çok küçük yerleşim birimlerinde yaşamaktaydı. Buralarda insanlar birbirlerini tanıyor, birbirlerinin mutlu ve dertli günlerinde birlikte oluyordu. Birkaç yüzyıldan bu yana ise şehirleşme hayli ilerledi. Şehir ortamında insanlar kalabalıklar içinde yalnızlığa muhatap oldu. Aynı apartmanda oturan insanlar yan komşusunu bile tanınmaz hale geldi. Bu arada teknoloji televizyon ve akıllı cep telefonları gibi hayret verici imkanlar sundu. Ama bu imkanlar onu daha da yalnızlığa itti, pek çok insan âdeta kendi köşesine çekildi. Duruma bir çare olmak üzere Japonya ve İngiltere gibi bazı ülkelerde Yalnızlık Bakanlığı kuruldu, devlet eliyle probleme çözüm aranmaya başladı.
Gerçi her yalnızlık problem değildir ve problem olarak görülmemelidir, ama bir vakıa olarak problem yalnızlıklar da vardır. Bu makalede yalnızlık konusu artılarıyla ve eksileriyle ele alınacak, yalnızlığın problem kısmına çözüm önerileri sunulacaktır.
YALNIZLIK ÇEŞİTLERİ
Bitki, hayvan, balık gibi varlıkların pek çok çeşitleri de olur. Benzeri bir şekilde yalnızlık da çeşit çeşittir. Bunları ana hatlarıyla şöyle gösterebiliriz:
Genetik yalnızlık
İnsanların genetik yapıları farklı farklıdır. Bunun görüntülerinden biri de kişinin “içe dönük” veya “dışa dönük” olmasıdır. İlk bakışta dışa dönük olmak artı bir meziyet, içe dönük olmak ise eksi bir meziyet zannedilebilir. Ama bunları “Şu iyidir, bu kötüdür” şeklinde tasnif etmek yerine ayrı ayrı kabiliyetler olarak görmek gerekir. Herkesin her daim dışa dönük olması hem mümkün değildir hem böyle bir şeye ihtiyaç da yoktur.
İçe dönük olmaya eskilerin tabiriyle “merdüm-giriz” denilir. Böyle kimseler insanlar arasına karışmaktan çekinir, toplumdan uzak kalmaya çalışır. Gayet kaliteli alimler, yazarlar, mütefekkirler, sanatkârlar… böylelerinden çıkar.
İhtiyarî yalnızlık
İhtiyarî yalnızlık, kişinin kendi isteğiyle yalnızlığı seçmesidir. Böyle bir yalnızlık zorunluluk değil bir tercihtir. Halvet, uzlet, inziva ve çile gibi kelimeler tercihe bağlı yalnızlığı ifade eder.
Halvet, kelime anlamıyla yalnız kalmayı anlatır. Tasavvufta, günahlardan korunmak ve daha yoğun ibadet etmek için insanlardan uzak ıssız yerlerde kalmak anlamında kullanılır. Bu kelimede “Kişinin iç dünyasındaki geçmişten gelen zulümatlı hissiyatı ve efkârı boşaltmak” mesajı da vardır. Halvette bulunulan yere halvet-hâne denir.
Uzlet kelimesi de halvete yakın bir mana taşır. Uzlet, belirli bir ruhsal olgunluğa ulaşmak amacıyla dünya hayatından ve sosyal çevreden........
© Risale Haber
