İslam Medeniyetinin Artıları
İslam Medeniyeti, bir vahiy medeniyetidir. Vahiy, bir cihetten bakıldığında -tabir yerindeyse- tarihin akış seyrine ilâhi bir müdahaledir. Allah insanları kendi hallerine bırakmamış, indirdiği kitaplar ve gönderdiği elçilerle onları yönlendirmiştir. Cenab-ı Hak şöyle bildirir:
“Ey iman edenler! Size hayat veren şeye çağırdığında Allaha ve Peygambere icabet edin.”[1]
Öyle görülüyor ki, vahiy hayattır. Peygamberin getirdiği ve açıkladığı ilâhi mesaj, insanları canlandıracak esaslarla doludur.
Kitap ve sünnet, İslam Dininin itikat, amel, ahlak alanlarında iki temel kaynağı olduğu gibi, İslam Medeniyetinin de kaynaklarıdır. Kültür ve medeniyetimizin kodlarını başka yerlerde değil, başta Kitap ve sünnette aramak gerekir. Kitap, yani Kur'ân, dinin anayasası hükmündendir. Sünnet ise, Hz. Peygamberin bu ilâhi vahyi sözleriyle ve fiilleriyle yorumlamasıdır. Yusuf Kaplanın ifadesiyle “Medeniyetin mana haritaları, sünnet-i seniyye'de şifrelenmiştir.”[2] Mesela, dinin direği sayılan namazın cemaatle kılınması camiyi, Cuma’da hutbe okunma vecibesi minberi, vaaz ihtiyacı kürsüyü, abdest alınması şadırvanı… netice vermiştir.[3]
Bediüzzaman İslam Medeniyetinin başlıca artı esasları olarak şunları nazara verir:[4]
1-Hakka Dayanmak
2-Fazileti Esas Almak
3-Hayatı Bir Yardımlaşma Görmek
4-Irklar Ötesi Olmak
5-Ruhu Tekâmül Ettirmek
Sözün burasında bu beş artı yöne biraz daha yakından bakabiliriz:
1-Hakka Dayanmak
Akla kalsa güç kutsanabilir, “Güçlü olan haklıdır” denilebilir. Böyle diyenlerin güçsüz insanları sömürmesi ve bunların ülkelerini birer sömürgeye çevirmesi “akıllılık” zannedilebilir. Ama vahiy mutlak güç sahibinin Allah olduğunu anlatır, “Haklı olan güçlüdür” esasını ders verir.
“Hukukun üstünlüğü mü, üstünlerin hukuku mu?” suali zaman zaman gündeme gelir. Dünya çapında genel uygulama çoğu zaman “üstünlerin hukuku” şeklinde olmuşsa da artık evrensel hukuk bunu böyle kabul etmemektedir. En azından teorikte esas olan “Hukukun üstünlüğü”dür.
Zikredeceğimiz şu olay, bu mananın güzel bir yansımasıdır:
Olay Hz. Ömer devrinde yaşanır. Amr Bin As Mısır valisidir. Oğlu, Kıbti bir gence vurur. Genç, Emiru'l-mü'minin Hz. Ömer'e şikâyet edeceğine yemin eder. O da "Git bakalım, senin şikâyetinden bana bir zarar gelmez. Ben asîl (soylu) çocuğuyum" der. Hac mevsiminde, Hz. Ömer önde gelen devlet adamlarıyla beraberken Kıbti genç gelir, olanı biteni anlatır. Hz. Ömer, Amr Bin As'a, "Anaların dünyaya hür olarak getirdikleri insanları ne zamandan beri köleleştirdiniz?” der. Sonra, şikâyetçi gence, Amr Bin As'ın çocuğunu gösterip şu tarizli sözleri söyler: "Sana vurduğu gibi, vur bakalım şu ‘soylu çocuğa’!"[5]
2-Fazileti Esas Almak
İslam Medeniyeti, bir fazilet medeniyetidir. O, hayatın merkezine menfaati değil, fazileti koyar. Bu medeniyetin çocukları “rahat yaşamak” ideali yerine “başkalarını rahat ettirmek” idealiyle yaşar.
İnsan, tabiatı itibariyle bencil ve egoisttir. Egosantrik bir hayat felsefesiyle her şeyi kendi menfaatine göre değerlendirmek ister. Bunun toplumlara ve milletlere yansıması, güçlünün zayıfı ezmesi ve sömürmesi şeklinde kendinde gösterir. Hâlbuki insaniyete yaraşan, “ene”yi aşabilmek, menfaat yerine fazileti esas alabilmektir. Bu bağlamda Kur'ânda geçen infak ve yardım âyetlerini,[6] ayrıca “Veren el alan elden hayırlıdır” gibi hadis-i şerifleri hatırlayabiliriz.[7] İslam Dininin esasları Batı Dünyasındaki “kazan-kazan” formülünün faydalı şeklini bize gösterir, verirken de kazandığımızı bize anlatır.
Vakıf müessesesi, konunun güzel bir misalidir. Vakıf, yararı kullara ait olmak üzere bir malı kendi mülkiyetinden çıkararak Allah yolunda tahsis etmektir.[8] Mesela, kişi kendine ait tarla veya ev hakkında “Falan vakfa gelir sağlaması için vakfettim” der. Artık o tarla veya ev, kendisinin değildir, ölümünden sonra mirasçılarına ait de değildir. Hangi vakfa vermişse, o tarla ve ev ilgili vakfın hizmetlerinde kullanılır.
Vakıflar, “İnsanlara faydalı olan her hizmet bir nevi ibadettir” telakkisinin hayata yansımasıdır.[9]
Kur’an-ı Kerimde nice âyet Allah yolunda vermeye teşvik ettiği gibi, Hz. Peygamber de hem fiili uygulamalarında bunu göstermiş hem de her vesileyle insanlara Allah yolunda başkalarına yardımcı olmayı hatırlatmıştır. Kitap ve sünnetten bu öğretiyi alan Müslümanlar Allah yolunda vermeyi müesseseleştirerek vakıflar kurmuşlardır.
Konuyla ilgili çok örnek verilebilir, numune olarak üç âyet ve üç hadise yer vereceğiz:
-“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) vermedikçe, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz.”[10]
-“İyilik ve takvada yardımlaşın.”[11]
-“Mal ve evlat, dünya hayatının zinetidir. Bakiyat-ı salihat ise, Rabbin katında sevabça daha hayırlı ve amelce daha hayırlıdır.”[12]
Âyette geçen “bakiyat-ı salihat” vakıf manasının Kur'anî temellerindendir. Çünkü mal ve evlat gelip geçicidir, ama işe yarar salih işler baki kalıp devam edecektir. Halkımız arasında hayli yaygın olan “Ne........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Rachel Marsden