İçtihatlardaki Kargaşaya Çözüm Önerisi
DİNİ HÜKÜMLERİN DERECELERİ
Dini hükümlerin her biri aynı derecede değildir. Bediüzzaman buna şöyle dikkat çeker:
“Nasıl elmas, altın, gümüş, rasas, hadîd ilh... her birinin birer kıymet ve hâsiyet-i mahsusası vardır ve mütehaliftir. Öyle de: Dinin makasıdı, kıymet ve edillece mütefavittir… Şeriatın her bir hükmünde Şâri’in bir sikke-i itibarı vardır, o sikkeyi okumak lâzımdır.”[1]
Yani elmas, altın, gümüş, kurşun, demir gibi madenlerin her birinin farklı birer kıymeti ve özel hasiyeti olması gibi, dinin maksatları da kıymet ve deliller yönünden farklı farklıdır. Dinin her bir hükmünde kanun koyucu olan Allah’ın itibar ettiği bir sikke vardır. O sikkeyi okumak lâzımdır.
Devletin bastığı paralarda nasıl ki farklı farklı değerler olur. Hepsi aynı kâğıttan veya madenden yapılmakla beraber, üzerine hangi değer basılmışsa ona göre itibar edilir. On lira yazan bir paraya “bu yüz liradır” veya “bu bir liradır” deme hakkımız olmaz. Onun gibi Allah bir mesele hakkında “haram” demişse bizim onu helal yapma veya mekruh sayma yetkimiz yoktur. Veya mekruh olan bir şey için “haramdır” dememiz söz konusu olamaz.
SELEFİN İÇTİHATLARI GÜNÜMÜZ MESELELERİNİ ÇÖZMEYE YETER Mİ?
Bediüzzaman, İçtihad Risalesinde şöyle der:
“…İslâmiyet'in nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bid'akârane bir hıyanettir.”[2]
Selef, özellikle İslam’ın ilk dönemlerindeki seçkin âlimlere verilen bir isimdir. Selef-i salihin şeklinde de ifade edilir. Bediüzzaman, üstteki ifadesinde onların safiyane ve halisane bir şekilde bütün zamanların ihtiyaçlarına dar gelmeyen fikirleri olduğunu söylemektedir. Mesela İmam Azam, farazi durumlar hakkında da içtihat yapmıştır. “Niçin böyle yapıyorsunuz?” diye sorulduğunda ise şöyle cevap vermiştir: “Bela gelmeden ona hazırlanıyoruz.”[3]
“Genellemeler genelde yanlıştır” denilir. Yani genel ifadeleri belli kayıtlarla anlamak gerekir, yoksa yanlış anlamalar meydana gelir. Mesela “Herkes beni tanır” cümlesi aslında “Pek çok kişi beni tanır, ben bilinmeyen biri değilim” anlamında kullanılır. Yoksa cümlenin zahirine göre dünyadaki sekiz milyar insanın tamamının o kişiyi tanıması gerekir. Böyle biri ise dünyada yoktur.
Bir metnin mantuku ile mefhumu her zaman aynı manayı ifade etmeyebilir. Bunun örneklerinden biri, pek çok âyette geçen “küllü şey: Her şey” ifadesidir. Mesela şu âyete bakalım: “Her şeyi yarattı ve O, her şeyi bilendir.”[4]
Âyette “Her şeyi yarattı” denildikten sonra “O, her bir şeyi bilendir” denildi. Burada “her şey” ifadesinin tekrarı, Allah’ın ilminin yarattıklarıyla sınırlı olmadığını nazara vermek içindir. Zira yaratılanlar sınırlı, Allah’ın ilminde olanlar ise........
© Risale Haber
