Allah'a 'baba' denir mi?
“Rahmân evlat edindi, dediler. Tenzih ederiz O Subhan'ı. Doğrusu onlar ikram olunmuş kullardır.”
(Enbiya sûresi, 26)
Geçtiğimiz gün sosyalmedyada bir tartışma döndü. Ebrar Akbulut Hanım'ın Diyanet TV'de katıldığı bir programda Kâmuran Şipal'in Dua Çiçeği kitabından yaptığı alıntı kamuyu ikiye böldü. Bir kısmı 'Allah baba' ifadesindeki kastın kötü olmadığını söyledi. Diğer bir kısım da ifadeyi tehlikeli buldu. Müfritlerin ifratı kendine... Fakat bu vesileyle ben de mevzua dair tefekkürlerimi dile getirmek istedim. Tevfik Allah'tan. Hamd da yalnızca Ona. Bismillah her hayrın başıdır. Bismillah...
Şöyle bir yerden başlayalım arkadaşım: Enbiya sûresinde, "Rahman evlat edindi" diyenlere cevap verilirken, Cenab-ı Hakkın Subhaniyet’i hatırlatılır. Tekrar tekrar dikkat kesinilesi bir hikmettir bu. Evet. Bir isimle/isimde şaşıranlara diğer bir isim anımsatılır. Bir sıfatla/sıfatta şaşıranlara başka bir sıfat çağrıştırılır. Meallendirmeye çalışanlar da ifadeyi bir nebze tefsir ederler bazen. Subhaniyetin içeriğini açıklarlar. Allah razı olsun. Bu 'beraberlik' neden gereklidir peki? Çünkü Allah sadece Rahman değildir. Ya? 'Rahman' ve de 'Subhan’dır. Rahmanlığı düşünülürken Subhaniyeti de mutlaka akılda tutulmalıdır.
Yani 'sanki buyrulmaktadır ki' arkadaşım: Haydi, Allah'a, Rahmaniyeti itibariyle, galat olarak bu kusuru yakıştırdınız, tamam, ama unuttuğunuz birşey var: Rahmaniyetiyle, o sonsuz şefkatiyle, evlat edinmeye müsait gördüğünüz Hüda sadece Rahman değildir. Aynı zamanda Subhaniyeti de vardır. Ve Subhaniyeti iktiza eder ki onda böyle nakiseler bulunmasın. Böyle ihtiyaçlardan müberra olsun. Çünkü, çocuk edinmek, evlada ihtiyaç duymak, eksiklik emaresidir.
Biricikliğinde istiğnası olmayan, yetinemeyen, eksik kalan evlat hasreti duyar. Yalnızlığa dayanamayan ikincisini arar. Allah’sa Samediyet sahibidir. Herşey Ona muhtaçken O hiçbirşeye muhtaç değildir. İlah ancak böyle olur. Böyle olmayan ilah da olamaz. Yarattığına ihtiyaç duymak tezattır. Öyleyse, eğer o ismin manasını da hatırda tutsaydınız, dengeyi bulurdunuz. Dengeyi bulmak tek isimde ifrat yorumlara girişmekle olmaz. Parçayı bütüne galip getirmekle olmaz. Bütünün manasını elden geldiğince kuşanarak, tefekkür ederek, hatırda tutarak, olur. İstikamet külliyete hâkimiyetle tebellür eder.
Zaten Bediüzzaman Hazretlerinin de, hassaten Kur’an’daki fezlekeler üzerinden, Esmaü’l-Hüsna hakkında şöyle bir tefekkür geliştirdiğini zannediyorum: Cenab-ı Hakkın, güzel isimlerini yalnız yalnız, tek tek, ayrık ayrık zikretmektense, ikili terkipler şeklinde vahyetmesinin ‘isimlerin beraber okunması’ veya ‘biri anılırken ötekinin de unutulmaması’ anlamında bir mesaj içerdiğini düşünüyor. Evet, böylesi bir hikmetin ardına düşmüş olmalı ki, uyanışının meyvesi olarak da bir yerde diyor:
“Belki herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ: Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir.” Bunu Sözler’de diyor. Daha önce telif ettiği Mesnevî-i Nuriye’de ise daha başka birşeyi dilegetiriyor: “Kezâlik, Esmâ-i İlâhiye’den........© Risale Haber
